U dönüşü dünyanın her yerinde yasaktır. Ama söz konusu Türkiye ise bu yasak geçerli değil. Devletlerde Sır küpleri vardır ve bu kabul gören bir durum. Ama kişilerin küpleri olunca işler değişiyor. Ve lakin bu küpleri iyi saklamak gerekiyor. Iyi saklasanız bile zamanla küpte çatlamalar olur ve sızıntı yapamaya başlar.
Bu konuda yakın tarihte en iyi örnek Peru gerçeğidir. Montesinos ve Fujimori\'nin sonlarıdır. Tıpkı Hakan Fidan ve Erdoğan gibi. Öylesine güçleri vardı ki başlarına bir şeylerin gelmesi hayal bile edilemiyordu. Ama istihbaratın bir kanadı bir vuruşla ikisini de cezaevine yolladı. Onlarda Aydınlık Yol’la güya barış süreci baslatmışlardı.
Kısaca şu an Türkiye’de ne yaşanıyorduysa aynısı hatta tıpa tıp ordada aynı durum vardı. Türkiye de ise Cemaat gibi Istibarata tutun devletin tum kırcal damarlarına girmiş bir oluşum var.
Küpleri en iyi Kürtler bilir. Annelerimiz küplerde hep turşu yapardı. Bütün kış ayları boyunca yediğimiz turşu Nisan sonrası biterdi. Ama Nisan sonrası küpler çok kötü kokmaya başlardı. İşte bu Fidan’ın küplüğü de artık bu sürece girmiş.
Erdoğan’ın tek adamlığa çıktığı merdivenlerde bir de küp taşıması gayet normal. Peki, bu küpte ne var sizce? Çoğunuz turşu var diyorsunuz? Bir kısmı da çalınan paraların sıfırlanmış paraların kiri diyorsunuz? İkisini de unutun gitsin. Sizce bunlardan öncekiler çalıp çırpmadı mı? Hepsi de yaptı hatta hıyar turşusu bile yapanlar olmadı mı?
Şimdi Fidan meselesine gelelim. Fidan çözüm süreciyle çatışmasızlığın tümden teminat altına alınmış olmasının AKP’ye nefes aldırdığını biliyoruz. Her şey bir yana, peş peşe yaşanan seçimlerden AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’ın başarıyla çıkmasında çatışmasızlığın belirleyici bir rölü olduğu tartışmasızdır. Bir tartışmasız konu ise bunun Fidan döneminde perçinleşmesidir.
Her iki tarafta bu çatışmasızlık sürecinde karlı çıktığını belirtiyor. PKK bu işten en karlı çıktığını söylerken, hükümetin karı ise hepimiz bilmekteyiz.
Erdoğan Fidan’ın gitmesini istemediğini ilk günde açıkladı. Birçok yazar bunun çadır tiyatrosu olduğunu söyleyerek, son süreçle birlikte yanıldıklarını gördüler. Hakan Fidan, Erdoğan’ın can simitidir.
Öcalan’la en çok görüşen ve tartışan kişidir. Oda Öcalan kadar iyi bir satranç oyuncusudur. Her gelişme yapılan yeni hamlelerle sürüklenmektedir. Öcalan’ın daha önce yaşadığı psikolojik baskılarını ortadan kaldırarak, ikna ve entelektüel birikimini kullanmaktadır. Erdoğan ‘in kafasında bir barış programı olmadığını bildiği için bol keseden davranmakta, ancak yöntemi kendisi belirlemektedir. Bir Trafik kazasını bile kendilerine yönelik yapıldığına Öcalan’ı inandıracak kadar beceriklidir.
Öcalan’ın ev hapsine alınmasına kendisinin Erdoğan’ı ikna ettiğini söylemektedir.
KCK içine yerleştirdikleri 130 yakın ajanla ki bunların 27 sinin MİT’in Beşiktaş’taki İstanbul Bölge Başkanlığı’nın kadrolu elemanı olduğunu gizlemektedir. Erdoğan’dan başka hiç kimsenin böyle bir süreç başlatıp sürdüremeyeceğini sürekli vurgulamaktadır.
Ama Kandilde Karayılan’ın yanına kadar kendi elemanlarını yollayacak kadar gözü kara olduğunu söylememektedir. DAİŞ’e yolladığı binlerce TIR silahın Kürtlere karşı kullanılmak için yolladığını da gizlemektedir.
Sakine Cansız olayında haberi olmadığını ve kendisinin bilgisinin olmadığını söylemektedir. Ki bu olay hala kendi emri altında çalışanlar tarafında Afet Güneş tarafından organize edildiğini ve Afet Güneş tarafında 11 kişinin bu tür cinayetler işlemek üzere yollandığını bilmektedir. Burada bir parantez açmak gerekiyor: Afet Güneş 1978 yılında MİT’e girmiş, asıl mesleği bankacılık olan Afet Güneş, Gerek Diyarbakır da, gerekse de İstanbul da üst düzey PKK’lilerin hemen tümüne katılmıştır. Ajanlaştırma ve itirafçılık teklifleri yapan en önemli MIT yöneticisidir. Avrupa da bu güne kadar MIT böylesi bir eyleme girmeyi göze almamıştı.
Ajan olarak çalışan gençleri, birer M. Ali Ağca, Oral Çelik, M.Şener ekibine benzer bir ekip tarzı bir yapılanma ile Avrupa’ya sürdü. Ki Afet Güneş bu konunun uzmanıydı. Birçok isim belirlemelerine rağmen, en iyi isim Sakine Cansız’dı. Cezaevi direnişiyle Kürt Halkının gönlünde Taht kurmuş Sakine en iyi isimdi. Çünkü hamle bir psikolojik hamle idi. Afet Güneş’in, Emre Taner’den sonra MİT müsteşarlığına kesin gözüyle bakılıyordu.
Bu nedenle de iyi bir vuruş yaparak göreve gelmesi çok iyi olacaktı. Ama hesaplar doğru gitmedi. Fidan önce Müsteşar Yardımcısı, sonrada MİT müsteşarlığına getirildi. Abla lakaplı Güneş, kırılmış ve öfkelenmişti.
Dışarıdan yapılan atamalar, kuruma uzun yıllar hizmet etmiş insanlarda psikolojik kırgınlık yaratır. Emekliliğini istedi. Gider ayak ekibine planlarda bir değişiklik yapılmamasını söyledi ve Sakine Cansız’ın en iyi ve de en risksiz hedef olduğunu söyleyerek ayrıldı. Sakine olayı için yalnız Ömer Güney değil, kendisine yardım edecek ajanlar da kullanılmıştır.
Bu nedenle de cinayet için planlanan yerler bir yana bırakılarak, ilk fırsatta ve hemen yapılması istenildi. Planlanan eylem planına göre Ömer Güney cinayeti işledikten sonra derneğe geri dönecek ve yakalanma riski ortadan kalkmış olacaktı. Ama Ablanın Müsteşarlık hayalleri suya düşünce planlar alt üst oluvermişti. Bu nedenle Cemaat basının elinde bulunan Ömer Güeney’e ait ikinci bir kaseti olduğu belirtilmekte ve bu kasette Güney’in “plan değişikliği nedeniyle hemen Türkiye’ye geleyim, caddede çok sayıda kamera olduğunu ve beni yakalayacaklar” söylediğini belirtiliyorlar.
Fransız polisi elinden geleni yaptığını, tüm bağlantıları, telefon görüşmelerini ortaya çıkardığını ve bunların tümünün Ankara ve İstanbul’daki MİT telefonları olduğunu zaten açıkladı. Fransız yargısı da MİT bağlantısını araştırmaya başlamıştı. Fakat bu noktada açıklama yapan dosya hakimi Duye, “Ankara’da, MİT’in kapısında tıkanıyoruz. Onun ötesine gidemiyoruz. Çünkü tüm yazılı başvurularımıza karşın Türkiye’de ilgili savcılık dosyayı paylaşmıyor. Yazılı başvurularımıza yanıt vermiyor.”dıyordu.
Ablan’ın talimatlarını yerine getirenler ise, Şube Müdürü Orhan Yüret, Daire Başkanı Uysal Kayık, Başkan Yardımcısı Vekili Sadi Asal ve Başkan Hamza Özcan’ın isimleri, 14 Ocak 2014’te ortaya çıkan 2012 tarihli ve “Ömer Güney için Görev emri” başlıklı yazılı bir belgede, MİT adına Ömer Güney’e talimat veren isimler olarak geçmişti. Bu dört ismin ise Kürt dosyaları üzerinde çalışan 4 MİT yetkilisi. Yani halen Fidanın mesayı arkadaşı olarak görev yapmaktadırlar.
2014 yılının Aralık ayının 17’sinde Almanya’da yapılan bir operasyon sonucu bu yollanan 3 MIT ajanı gözaltına alındıktan sonra tutuklandılar. Olaya ilişkin ilk açıklamayı Federal Savcılığın yaptığı açıklamada tutuklama kararının 11 Kasım 2014’e alındığını açıklandı. Ve adları deşifre edilen ajanların PKK yönelik faaliyet gösterdikleri basına sızdırıldı.
Almanya istihbaratı Paris benzeri bir suikastın kendi toprakları üzerinde gerçekleşmesini önlemek için üç MİT elemanını tutukladı. Hükümet çevrelerin Paris mısalı cinayetlerin Almanya’da olabileceğini ima eden konuşmalar yaptılar.
Aslında kırılma noktası Arınç’a suikast yapılması planlanıyor denilerek girilen kozmik odasındaki binlerce sayfalık gizli bilgilerin kopyalanıp Cemaat’a verilmesiyle başlayan gerginlik, 2014 Aralık başında Fidan’ın, Öcalan ile yaptığı bol keseden anlaşmanın sonrasında ipler dahada gerildi. Asıl Fıdan’a atılan büyük firça, Kandile yollanılan ajan gazetecilerın verdiği koordinatlarin Askerlere verilmediği ortaya çıkınca Genel Kurmaylığın Fidan’i Erdoğan’a şikayetiyle su yüzüne çıkmaya başlamıştı.
Fidana Öcalan’ın sürekli tavır değiştirmesi ve Kandille arasının bozulmamasını istemesi Kandilde gelen her yeni mektup sonrası yeni şeyler söylemesi sürecinin en önemli aktörü Hakan Fidan, Başbakan’a istifasını sunmadan önce yakın çevresine ve Beşir Atalay’a
“Abdullah Öcalan, egosantrik bir kişilik. Her şeyde merkeze kendini koyuyor. Kandil ile arasının açılmasını istemiyor. Kandil’in isteklerini, kendisininkiymiş gibi açıklıyor. Her açıklamasını, mesajını ciddiye almayın. Kandil bile çoğu zaman söylediklerini dikkate almıyor.” diyor. Erdoğan’ın Cemaatı savaşın merkezine koyması, Cemaatın elinde bulunan binlerce bilgi belge ve cd’ye karşı halen bir arpa boyu yol alınmaması da Fidan’ın sırtına yuknelince, kısaca Erdoğan Fidan’ıda kendisiyle birlikte bir sürü pisliğe bulaştırmıs. Uludere olayıda ortada hada duruken, Fidan Abisi bir zamanların sürecin sorumlusu Besir Atalay’a gidiyor. Çözüm sürecinin hükümet temsilcisi olan eski Başbakan Yardımcısı şimdiki AKP sözcüsü Beşir Atalay da ben de bu meseleden mümkün olduğu kadar artık uzak durmak istiyorum. Atalay’ında ‘Sende Milletvekilligi için aday ol’ dediği söyleniliyor.
Hakan Fidan’ın üstlendiği birde Suriye’de Esad’ı devirme ve benzer Mısır faaliyetleride var. Erdoğan Fidan’ı ikna etmek için hem Başbakan’a yoğun baskı yaparken, AKP yöneticilerine de ağır baskılar uyguladı. Erdoğan Aileme suikast yapılacak söylemini de bu baskıların üzerine koyarak dillendirmeye başladı.
Erdoğan ve Hakan Fidan 2 Mart Pazartesi günü Medine’de baş başa görüştü. Çözüm sürecini senin yürütmen gerekiyor ve bunun seçim sürecine yansıması gerekmede. Bizim için en tehlikeli olan Cemaat olayında çok yol kaydedemedik.Ve Cemaatın yeni bir hamle yaparak Kürt realitesini tanımış görünüyor. Cemaat gazete ve televizyonlarında Kürt düşmanlığı yapan şahısların bu yeni yönelime doğru gittiğini bununda büyük bir risk teşkil ettiğini söylediği belirtiliyor.
Genelkurmay Seferberlik Bölge Başkanlığı’ndaki kozmik odada yapılan aramada el konulan ve Genelkurmay’ın “devlet sırrı niteliğinde” olduğunu belirttiği 1.5 terabaytlık belgeleri içeren hard DİSKlerin “bilirkişilere teslimi sırasında imajlarının alınması ve bu imaj alma işleminin kimler tarafından yapıldığı ile ilgili tutanak bulunmadığı” da ışın tuzu bıberı olmaktadır. Bu belgelerin 125 milyon word sayfasına denk gelmekte ve Cemaatın eline geçtiği aslında biliniyor.
Erdoğan ve Hukumetin Kandil ayak diretiyor söylemleri ise geleceğe yönelik, kendilerinin Masada kalkan taraf olmadıklarını şimdiden söylemektedirler.
Bunun nedenlerinden biri tarafların siyasal açıdan faklı yaklaşımlar sergilemesi. İkinci bir neden ıse her iki tarafın da ‘hesap vereceği’ bir kitlesinin olması ve pazarlık masasından ‘galip’ ayrılma ihtiyacıdır. Üçüncü bir neden ise tarafların çoğu zaman özellikle ‘tam’ anlaşmak istememeleri, bu sayede gelecekte masaya getirebilecekleri veya itiraza konu edebilecekleri bir meseleyi ki hukumet bunda hiç güven vermemektedir. Seçime giderken Erdoğan’ın 400 milletvekili demeside ayrı bir sorun. Buda HDP’yi bekleyen çok sayıda pravakasyon beklemektedirin işaretidir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.