Barış diyorlar tepemize uçaklarla bomba yağdırıyorlar Uludere’de. Barış diyorlar, Paris\'in merkezinde 3 fidanımıza kıyıyorlar ve utanmadan yapanları hala önemli görevlerde tutuyorlar.
Bunlar gerçekten barışı mı seviyor yoksa savaşı mı?
Bunlar Vatanı mı seviyor yoksa vatandaşı mı?
Vatanını seven çok Başbakan, Genelkurmay Başkanı bürokrat, yazar; gazeteci vb. gördük.
Hepsi de devletten besleniyorlar ve kendilerini önemli vatansever sayıyorlar.
Bu koskocaman ve önemli zatların yanı sıra koskocaman olmayan ve vatandan çok parayı sevdiklerini o kadar yüksek sesle bağırmayan vatanseverler olduğunu fazlasıyla gördük.
Biz de vatanımızı seviyoruz, hem de canımız pahasına. Çuval paraları götürenlerde, vatanında her zaman kan şiddet olmasını isteyen bu kendini bilmez hükümette kendi vatanını seviyor.
Milyonlarca Kürt insanı vatanını seviyor.
Biliyor musunuz, bu milyonlarca insanın vatan sevgisi, Kurdistan’da sürdürülen savaşta kırk bin insanın ölmesine engel olamadı, olamıyor ne yazık ki...
Vatanın tek bir çakıl taşını bile şiddetle koruyan bu vatanseverler o “çakıl taşına” gösterdikleri itinayı asla bize göstermediler; göstermemekteler.
Vatanın böylesine güçlü bir şekilde sevildiği bu ülkede milyonlarca vatandaş açlık sınırında yaşıyor, milyonlarca insanımız yerinden yurdundan göçertildi; köyler boşaltıldı; ormanlar yakıldı; insanlarımız evlerinden alınıp kurşunlandı ve on yedi bin failli belli cinayet ortada duruyor.
Vatanın bunca sevildiği bir yerde vatandaşların böyle ölmesi, öldürülmesi; süründürülmesi, ezilmesi tuhaf değil mi gerçekten?
Çakıltaşlarının bu denli biz Kürtlerden daha kıymetli olması bu kadar doğal mı gerçekten?
Bir çakıltaşı tehlikeye girdiğinde gösterilen o ulusal öfkenin bir insanın hayatı tehlikeye girdiğinde de gösterilmesi kötü mü olur?
Vatanın bu kadar değerli, vatandaşın bu kadar değersiz olması size çelişkili gelmiyor mu?
Üstünde dört keçinin yaşadığı Kardak kayalıklarına kimin bayrağı dikilecek tartışmasını bir savaşa çevirmeye hazır bir devletin, boynuna poşi taktığı için onbeş sene hapis istenen gençler konusunda sessiz kalmasında utandırıcı bir gariplik görmüyor musunuz?
Erdoğan güya barış süreci başlatmıştı! Dün Balıkesir’de daha ne istiyorlar, havayı soluyorlar ya demeye getirdi lafı. Bu, sürecin hiç kimsenin işine yaradığını zaten düşünmüyordum.
Vatanı sevmek, vatanı sevenlerin işine çok yarıyor belki, ama o vatanda oturan vatandaşlara bir faydası olmuyor.
Barış deniliyor ama tepemize her gün bombalar yağdırılıyor. İyi şeyler oluyor denilerek çocuklarımızı öldürüyorlar, insanlarımız cezaevlerine dolduruluyor.
Ne garip bir vicdanı var bu vatanperverlerin.
Hep zulümden, hep zorbadan, hep ezenden yana bir vicdan olabilir mi? İyi şeyler oluyor denilerek her gün kötü şeyler yapmak barış mı oluyor gerçekten?
Tozlu bir belirsizliğin içinde her şey şeklini kaybediyor.
Topluma “demokrasi ve barış” sözü verildi bu iktidar tarafından.
Üstelik defalarca söz verildi.
Bugün bile bir yandan söz vermeyi sürdürüyorlar, bır yandan hava aldığımıza bile şükretmemizi istiyorlar.
Ama kendi söylediklerine, kendileri bile inanmıyorlar.
Üstelik bu kayganlığı, belirsizliği, kendi kendini sürekli tekzip etmeyi “başarı” gibi göstermeye çalışan geniş bir basın grubu var ellerinin altında.
Avrupa Birliği’nin ilerleme raporunun iktidar partisinin komisyon başkanları tarafından çöpe atıldığı bir dönemde çok önem kazanıyor.
Çünkü demokrasinin kurallarını belirleyen, özgürlüklere çok geniş bir alan tanıyıp, onun sınırlarını da keskin bir şekilde çizen AB’nin ölçülerinden vazgeçtiğinizde demokrasinin ve özgürlüğün evrensel tanımından da vazgeçiyorsunuz.
O zaman, nasıl bir demokrasiden, nasıl bir özgürlükten bahsediyor iktidar?
O kriterleri çöpe attıkları andan itibaren ortada bir ölçü kalmadı.
Demokrasinin ve özgürlüğün tarifini yapmıyorlar.
Zaten artık özgürlükten ziyade sınırlarıyla ilgileniyorlar.
Somut ve net olmaktan kaçındığınızda, somut gerçeklerden korktuğunuz anlaşılır.
Niye korkuyorlar?
Neden halkın bütün gerçekleri görmesini istemiyorlar?
Bu belirsizlikten çıkarları ne?
Demokraside tıpkı özgürlükte olduğu gibi “barış” konusunda da müthiş kafa karıştırıcı bir tutumları var.
Barış isteyenleri çok umutlandıran bir söz söyledikten hemen sonra barışın aslında “imkânsız” olduğunu, barış da istemediklerini gösteren bir başka söz söylüyorlar.
Bu iktidarın anayasa komisyonu başkanı “anadilde eğitimin ülkeyi böler” dedi.
Anadilde eğitim olmadan barışın olması imkânsızdır .
Şimdi gerçek hangisi?
AKP barış istiyor mu, istemiyor mu?
Her gün çocuklar ölüyor bir iktidarın bunca ölüyle yürümesi mümkün değil.
Peki, anadilde eğitim hakkı olmadan barış nasıl gerçekleşecek?
Anadilde eğitim hakkını vermeyen bir barışa PKK, “evet” diyebilir mi?
Hükümetin aklında nasıl bir barış var?
Benim görebildiğim tek bir açıklaması var.
Barışa yakın bir zamanda niyetleri yok.
İktidar bu çelişkili açıklamalarıyla oyalamaya çalışıyor.
Bu laflarla bizi, oyalıyorlar.
Ölümleri durduramıyorlar ama durduracakmış gibi yapıp o ölümlerin acısını azaltabileceklerini düşünüyorlar herhalde.
Ölüm acısı lafla geçseydi “ölüm acısı” diye bir şey olmazdı zaten.
Türkiye’nin yöneticileri tarih boyunca bu halkı kandırdı.
Bu alışkanlıkları şimdi de sürüyor...
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.