Bu gün IŞİD’i konuşuyoruz, oysa dün bu kadar küresel olmasa da Cezayir’de FİS (İslami Selamet Cephesi) vardı. FİS’in Cezayir’de uyguladığı taktikler bugünün IŞİD’inin taktiklerinin ilk tohumlarıydı. Balta ile insan doğrama geleneğini 21. yüzyılda onlar edebiyat lügatına koymuşlardı ilk kez.
İnsanların hafızasında bu kareler hale tazeliğini korumuş olsa da, Kürtlerin hafızasında bundan daha etkili kareler ise, Cezayir anlaşması sonrası, Kürtlerin başına getirilen kıyımın, sürgünün kareleri hep tazeliğini koruyor.
Tarih bir kez daha, Cezayir için tekerrür ediyor bu günlerde. Bu tekerrür, Kürtler için geçerlik derecesini nerdeyse yitirmiş durumda.
Ve ilk haberi İran merkezli Fars Haber Ajansı kısa bir şekilde geçmişti. Cezayir’de Suriye, İran ve Türk heyetleri görüşmüştü. Haberde İran’ın adı özellikle anılmamıştı. Peki, ne olmuştu da Şam’da namaz kılamayan Türkiye, Suriye ile görüşme gereği duymuştu. Evdeki hesap çarşıya uymamıştı. Hesabın neden uymadığını sizin gibi bende merak etmiştim doğrusu. Araştırdıkça yine hesabı bozanların Kürtler olduğunu gördüm. İran, Suriye ve Türkiye’de bunu görmüş olmalılar ki İran’ın öncülüğünde yeni bir oyun hazırlığına girişilmiş.
26 Mayıs 2016 günü Cezayir’in başkenti Cezayir’de Türkiye Dışişleri Bakan Yardımcısı, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu, (Eski MİT Müsteşar Yardımcısı) ve Büyükelçi Mehmet Poroy, Suriye’nin BM Daimi Temsilcisi, Örgütlü Siyasi Faaliyetlerin Denetiminden Sorumlu Rüstüm Gazali, Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdad, İran Dış İşleri Bakan Yardımcısı İbrahim Rahimpur aracılığıyla saatler süren bir toplantı yapılmıştır.
Yapılan görüşmede güvenilir kaynaklara göre, özelde Rojeva Kürdistanı’nın geleceği ve genelde ise Kürtlerin bir bütünü masaya yatırılmıştır. Suriye temsilcileri yaşanan savaşta, Türkiye’nin dahiliyetinden duydukları rahatsızlığı dillendirirken, Türkiye, soydaşlarımız diye söze başlayıp, Kürtlere karşı Suriye hükümetinin ve ordusunun tutunduğu tavrın, Kuzey Suriye’yi Kürtlere tepsi ile sunduğunu ve bunun neticesi olarak kendi toprakları içinde ‘terör örgütü’ PKK’nin şehir işgallerine giriştiğini, YPG’nin, PKK’nin Suriye kolu olduğunun kabul edilmediğini, ABD ve Rusya’nın da savaşa direk olarak müdahil olduklarını ve bu durumun kendi ülke bütünlüğü için ciddi bir tehlike teşkil ettiğini, hasmane tutumların bir kenara bırakılması gerektiğinin altını çizdiği belirtiliyor.
Türkiye gerek İran’ın, gerekse de Suriye hükümetinin “kendileri ile Rusya arasındaki sorunların dialog yoluyla çözülmesine yardımcı olunması, aksi taktirde Kuzey Irak’taki Kürt bölgesinin bir benzerinin Suriye’de oldu bitti ile oluşturma aşamasında olduğunu, bunun kabul edilir olmayacağını belirtirken, şu an Suriye’ye yönelik duruşlarını değiştirmeyeceklerini, Suriye hükümeti’nin Kürtlerin bir oldu bittiyle konum kazanmalarını istemediğini biliyoruz. Söylemlerimiz devamda etse, Kürtler konusunda aynı düşünüyoruz diye dediği belirtiliyor. İranlı bakan yardımcısı İbrahim Rahimpur’un, Türk heyetine “bari Esad’ın gitmesi yönündeki ısrarınızı şimdilik askıya alın” demesine Türklerin itiraz etmediği belirtiliyor.
İran Dışişleri Bakan yardımcısı İbrahim Rahimpur, kendilerinin bu rolü üstlenirken, “Suriye’nin toprak bütünlüğünü esas aldıklarını ve büyük sorunlar orta yerde dururken çok arka planda duran sorunlar üzerinde birbirlerinin aleyhine oynamanın doğru olmadığı ve her iki tarafın da politikalarını gözden geçirmesi gerektiğini, Türkiye’nin Rusya ile olan sorunlarını diplomatik yollarla halledilmesi ve bu konuda kendilerine düşeni yapacaklarını, Türkiye’nin de bu konuda samimi adımlar atması gerektiğini” vurguladığı belirtilmekte.
Görüşmelerin ihtiyaç duyulması halinde tekrarlanacağı da belirtilmekte.
Türkiye’nin toplantı sonrası, Rusya Başbakanı ve Devlet Başkanına mektuplar yolladığı, Esat’la da olur ne yapalımı yarım ağızla da olsa mektuplarda vurguladığı belirtilmekte. Suriye ise bu adıma karşılık, Menbic operasyonu başlayınca, bu operasyonu başlatan ve yürüten güçleri \"Terör örgütü\" olarak niteleyen bir açıklama yaptı ve \"Suriye topraklarını ancak Suriye ordusu kurtarır\" diyerek, Kürt güçlerine karşı bellerini düzeltir düzelmez savaşacakları sinyalleri vermeye başladı.
Bu açıklamalardan Cezayir’deki görüşmeden sonra Türkiye’nin ilk jesti yaptığı anlaşılmaktadır. Görüştüğüm bazı kaynaklar Türkiye’nin Esad’ın 60 bin kişilik Kürt gücünü karşısına almada büyük tereddütler yaşayacağı, ABD baskısını da hesaplayarak dil peteğinde Kuzey Suriye Kürt Bölgesi söylemini de her şeye rağmen bir kenara itmeyeceğini belirttiler.
Peki, Türk hükümeti Şam’daki Emevi Camiinde namaz kılmamasına rağmen neden politika değişikliğine eğilim gösteriyor. Asıl mesele bu. Birçok neden sayabiliriz. ABD, Rusya, Kürtlerin her gün kazandığı yeni mevziler…
Başbakanlığı döneminde, ‘Ergenekon\'un savcısı\' olduğunu söyleyen, “Bu planları ortaya çıkartanları milletçe minnet duymak gerektiğini bu yetmez alkışlamamız lazım.” diyen devletin başı, bugün TSK\'ya kumpas kurulduğunu savunuyor. Daha birkaç yıl önce darbe soruşturmalarını yürütenlere methiyeler düzen devletin başı Ergenekon’la bir ittifaka girdi.
AKP, PKK ile savaşa JİTEM, PÖH ve mafya babalarını da dâhil etti. Kısaca Gladyo veya Türkiye’deki ismiyle Ergenekon unsurların tümü savaşa dahil artık. Ve lakin dahillikle kalmadılar, yaptıkları pazarlıkla savaşın tüm yükünü de yüklendiler.
Tarihin belki de en tehlikeli koalisyonu kuruldu. Baksanıza Perinçek bile iktidarda olduğunu bağıra bağıra söylüyor… Bir önüne kurşun bırakılan adam yalnız kalmış…
Kısaca AKP, ulusalcılar ve Ergenekon birleşti. Özrünü diledi helallik aldı.
Bunu şimdilik bir yere not ediniz, daha sonra bunlar birbirlerini öldürecekler ama şimdi birlikte Kürtleri öldürüyorlar.
Şiddetin bugüne dek görmediğimiz çeşitli biçimlerini yaşadık ve yasayacağız bu birleşmeyle.
Özel Güvenlikçilere silah ve kamu düzeni sağlama yetkisi verildi, bunların tümü Osmanlı Ocakları mensubu.
Silah taşıyan özel güvenlikçiler yeni bir polis gücü olarak devreye girecek ve gün geçtikçe artacak. Bu özel güvenlik şirketlerin tümünün koltuğunda eski Ergenekoncular oturmakta.
Kürdistan’da tanklar, uçaklar eşliğinde bombalarla şehirler yıkılmaya devam edilecek, Türk şehirlerinde, polisin önlemez şiddeti tabanca sesleri eşliğinde artacak.
Bunların yanı sıra, Kürtleri “kötülüklerin kaynağı” gibi gösteren, HDP’yi PKK’nin bir kolu halinde sunan, sürekli HDP’yi eleştiren, Kürt şehirlerindeki korkunç kıyımları saklayıp “şehit” haberleri üzerinden duygusal bir düşmanlık iklimi yaratan yandaş medya barışa giden yolun nasıl tuzaklandığını, bu teröre karşı sesini yükseltmek isteyen kesimler ile HDP arasındaki köprüler kurulmadan bombalıyor. Tane tane dedik ama galiba biraz dağıttık.
Şimdi taneleyelim. Kürdistan’daki savaşın komutanı Reisi Cumhurun Kayınçosu. Bilenler bilmeyenlere söylesin, bilmeyip te burda öğrenenler de diğer bilmeyenlere söylesin bir zahmet…
Ergenekon’un derinlerinden serpilerek gelen kayınço pazarlığı yapan Ergenekon temsilcisi kişi. Tanır mısınız bilmem ama, Failli meçhuller iyi tanır kendisini. Düşünsenize damat aydınlık işlerden, yani Enerji Bakanı, karanlık işlerden Kayınço sorumlu oh ne güzel.
Peki kim bu kayınço?
Ergenekon şüphelisi olarak tutuklanan Veli Küçük\'ün 1990\'da JİTEM komutanı olarak atanmasının ardından Siirt ve Mardin\'e atanan Korgeneral Galip Mendi\'nin hikayesi, Susurluk\'tan Kıbrıs Gladiosu\'na kadar uzanıyor. 1992 yılında atandığı Özel Kuvvetler Komutanlığının Kürdistan’da ki marifetleri ortada, 1994-1996 yılları arası KKTC’de Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığı, 1996-1997 yılları arası 4. Özel Kuvvet Alay Komutanlığı ve 1997-1998 yılları arası Özel Kuvvetler Komutan Yardımcılığı yaptı.
TSK adına Ergenekoncu paşaları cezaevinde ziyaret eden Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi\'nin adı, 1994-1996 yıllan arasında Kıbrıs\'ın \"Gladio\"su olarak bilinen \"Sivil Savunma Teşkilatı Başkanlığı\"nda görev yaptığı sırada gazeteci Kutlu Adalı cinayetiyle tavan yapmıştı.
Mendi, 1994-96 yıllan arasında KKTC\'de Sivil Savunma Teşkilatı (SST) Başkanlığı görevi yaptığı sırada Gazeteci Kutlu Adalı 6 Temmuz 1996\'da evinin önünde uzi marka silahla vurularak öldürülmüştü. Adalı\'nın öldürülmeden önce Galip Mendi tarafından 15 Mart 1996\'da telefonla tehdit edildiği ve tehditin nedeni ise Adalı\'nın Kıbns\'ta esrarengiz bir baskınla ilgili SST\'yi sorumlu tutması olmuştu.
1996\'da Saint Parnabas Manastırı, bir grup tarafından basılmış, bekçiler bağlanarak, 1974 öncesi buraya gömülen bir ganimet çıkarılmıştı. Adalı, bekçilerin verdiği ifade ve araç plakalarına dayanarak baskının Sivil Savunma Teşkilatı tarafından yapıldığını 14 Mart 1996\'da yazdı. Bir gün sonra ise Adalı SST Başkanı Mendi tarafından telefonla aranarak ölümle tehdit edildi. O dönem görüştüğüm Adalı\'nın eşi İlkay Adalı, telefon görüşmesinde bizzat eşinin yanında olduğunu ve konuşulanları bildiğini söylemişti.
Bu telefon görüşmesinin üzerinden dört ay geçtikten sonra Adalı öldürüldü. Kutlu Adalı\'nın eşi Şair İlkay Adalı, cinayetten Türk istihbaratını ve KKTC\'yi sorumlu tutarak AİHM\'e dava açtı. 2003 haziran ayında Ledra Palace Oteli\'ne gelen AİHM yargıçları Mendi\'yi Adalı cinayetiyle ilgisine ilişkin olarak sorguladı.
Adalı öldürülmeden önce Yeni Düzen Gazetesi\'nde özellikle Sivil Savunma Teşkilatı\'na dair yazdığı yazılar dikkat çekiciydi. Sivil Savunma Teşkilatı, başkanlığını Korgeneral Galip Mendi\'nin yaptığı karanlık bir teşkilattı. Adada kontrgerilla faaliyetlerini örgütlediği ve yönettiği iddia ediliyordu. Gazi Mağusa\'da bulunan Saint Barnabas Manastırı\'na 14.03.1996\'da düzenlenen askeri baskının, Sivil Savunma Teşkilatı tarafından gerçekleştirildiğini belirtmişti.
Kutlu Adalı\'ya göre baskında manastıra gömülü bir ganimet veya hazine çıkartılmıştı. Geldiği söylenen ve plakaları belli olan arabaların Sivil Savunma Teşkilatı\'na ait olduğunu belirtiyordu. Eşi, tehditlerden birini bizzat Galip Mendi\'linin yaptigini, cinayetten önce Abdullah Çatlı\'nın Ada\'ya geldiği de belirtmişti.
AİHM\'deki dava tutanaklarının 23, 24, ve 25. sayfalarında yer alan ifadelerine göre Mendi, AİHM yargıçlarına olayı şöyle aktarıyor: \"Tabii Saint Barnabas olayı, Kutlu Adalı Bey\'in vefatından yanılmıyorsam üç ya dört ay önce basına yansıyan, size göre bir \'olay\'dı, bana göre bir faaliyetti. O olay ile ilgili sadece bildiğim bazı şeyleri söylemek istiyorum. Saint Barnabas olayı ile Sivil Savunma Teşkilatı Başkanlığı\'nı ilişkilendirme çalışmaları oldu. Hatta Kutlu Adalı Bey\'in öldürülmesini bu Saint Barnabas\'taki faaliyet ile ilişkilendiren kişiler oldu. Saint Barnabas, o dönem Barış Kuvvetleri Komutanlığı\'mızın yaptığı huzura yönelik, teröre yönelik faaliyetlerden bir tanesiydi.\"
Mendi, kontrgerilla faaliyetleri yürüttüğünü bu şekilde açıkça ifade ediyordu. AİHM davası sonucunda Türkiye, bu cinayette adı anılan Mendi\'yi hiç sorgulamadığı gerekçesiyle 95.000 avro para cezasına çarptırıldı. Daha sonra Kocaeli Garnizon Komutanlığı\'na atanan Mendi, Ergenekon örgütünün kurucuları ve üyesi olmakla suçlanan emekli orgeneraller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur\'u tutuklu bulundukları Kandıra F Tipi Cezaevi\'nde TSK adına ziyaret etti. Siirt ve Mardin’de yaptıklarını saymaya gerek yok. Şu anda TSK’da en güçlü kişi Kayınçodur.
İşte bu Suriye politikasının revize edilmesi çalışması, Cezayir görüşmesinin yapılmasına Reisi ikna eden kişide kayınçodur. Reisin iç savaş çıkarsa çıksın ezer geçeriz demesinin ardındaki kudretin nerden geldiğini veya nerden alındığını.
Kürdistan şehirlerini yakıp yıkan, insanları bodrumlarda benzin üzerlerine dökerek yakan ilhamın nereden geldiğini…
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.