Daha önceki yazılarımda yazmıştım. Nisan ayında Askeri operasyonlar başlayacak diye. Nitekim Ağrı ile başladı ve devam edecek. Gerilla kendini savunmayacak. Nedeni ise Ateşkesi bozmayalım ve kendilerine verilen talimat gereği, uyarı atışları dışında bir şey yapamayacaklar. Şimdi asıl konumuza geçelim.
Tansu Çiller Brüksel’de katıldığı NATO toplantısına Rusya’nın neden katılmadığını sorması üzerine, tüm NATO üyesi ülkelerinin Başbakanları kulaklarına inanmamışlardı.
Yine Çiller Bask modelini uygularız açıklamasını İspanya’dan dönerken uçakta yapmıştı ve ayağı yere bastığın da danışmanına Bask Modeli nedir diye sorunca kameralara yansımıştı.
Şimdide Erdoğan IRA modelinde bahsediyor ama cahilce.
1981’de Kuzey İrlanda’dan bağımsız Milletvekili olarak İngiltere Parlamentosu’na giren Bobby Sands’in cezaevinde açlık grevinde ölümü çatışma sürecinin önemli noktalarından biri oldu.
Bu ölümden sonra IRA yanlıları siyasal sürece de dahil oldu ve yasal parti Sinn Fein’i kurdular.
Partinin lideri Gerry Adams, 1983’te Milletvekili seçilerek İngiltere parlamentosuna girdi. Dönemin İngiltere Başbakanı ‘Demir Leydi’ Margaret Thatcher devletin IRA’yla görüşmesi için silahların bırakılması ön koşulunu koydu.
Thatcher’ın söylemi tüm Türk yöneticilerinin söylemleriyle tamamen aynısı idi. ‘Teröristlerle müzakere yapılmaz\' ve görüşmenin ön şartı IRA’nın silah bırakmasıdır biçimindeydi.
Oysa 1994’ten itibaren silah bırakma, bir ön şart olmaktan çıkarak müzakere edilen konulardan biri haline geldi. Barış süreci de zaten bu ön şart ortadan kalktıktan sonra başlayabildi.
Thatcher’ın yerine 1990’da Başbakanlık koltuğuna oturan John Major, IRA’ya görüşme çağrısı yaptı. IRA bunun üzerine 1994’te ateşkes ilan etti ancak Sinn Fein’le görüşülmemesi üzerine ateşkes adımı geri alındı.
İşçi Partili Tony Blair’in 1997\'de İngiltere Başbakanı olması, Kuzey İrlanda sorunu açısından dönüm noktalarından biri oldu.
Blair, önceki hükümetlerin aksine herhangi bir ön şart koymadan Gerry Adams’la görüştü ve IRA’nın \"yasal kolu\" barış sürecine dahil edildi.
Geçen ay ortaya çıkan ve AKP’te çatlağa yol açan gelişmelere paralel biçimde, TSK’nın uzun bir aradan sonra devreye girmesi, PKK’ya yönelik operasyonlardan tekrar söz edilir olması, bu arada Yalçın Akdoğan’ın Tayyip Erdoğan’a biat açıklamaları sonrası Selahattin Demirtaş ve Kandil’e saldırıyı benimsemesi, Erdoğan’ın kafasında ki “çözüm süreci”ni bir kez daha deşifre etti.
Erdoğan, France 24’e verdiği televizyon mülakatının bir yerinde “Kuzey İrlanda örneğinde olduğu gibi biz de PKK ile çatışmaları sonlandırabiliriz” dedi.
Buradan ne söylediği çok açık. “Çözüm süreci” başarıya ancak benim irademle mümkün olabilir. “Çözüm süreci”nin başarısı ise “PKK”nin silah bırakmasıdır.
Yani, “çözüm süreci”, PKK silah bıraktığı zaman hedefine ulaşmış olacaktır. Zaten, Tayyip Erdoğan’ın “Kuzey İrlanda örneğinde olduğu gibi PKK ile çatışmaları sonlandırabiliriz” cahilce sözünden kastettiği budur.
Erdoğan’ın Türkiye’deki çözüm için, “Kuzey İrlanda çözümü”nü “örnek” olarak aldığını göstermesi, ilk kez ve son kez olacaktır. Dünyadaki çözüm örneklerinde, Türkiye açısından, en isabetli örneğin “Kuzey İrlanda çözümü” olduğu ve mademki, Erdoğan, onu esas alıyor, o zaman “Kuzey İrlanda çözümü”nün bazı temel niteliklerini, Türkiye bakımından “yol gösterici” olarak alabiliriz.
“Kuzey İrlanda çözümü”nü ifade eden 10 Nisan 1998 tarihli “Hayırlı Cuma Anlaşması”dır. Anlaşma Kuzey İrlanda’nın siyasi partilerinin çoğu tarafından ortaklaşa imzalanmıştır. Kuzey İrlanda siyasi partileri arasındaki anlaşmaya paralel olarak, Birleşik Krallık yani İngiltere ve İrlanda Cumhuriyeti arasında da bir anlaşma imzalanmıştır.
“Hayırlı Cuma Anlaşması” ile –
1. Birleşik Krallık içinde Kuzey İrlanda’nın statüsü ve yönetim biçimi,
2. Kuzey İrlanda ile İrlanda Cumhuriyeti,
3. İrlanda Cumhuriyeti ile Birleşik Krallık arasındaki ilişkilerin nasıl olacağı belirlenmiştir.
Anlaşmanın en can alıcı unsurlarından biri olan IRA’nın silahlarını sonsuza kadar gömmesi ve örgütün artık siyasi mücadele yürüteceğini açıklayarak, mensuplarını silahlı mücadele dışında faaliyetlere yürütmeye davet etmesi, yani fiilen Sinn Fein’e katılmasına kadar yedi buçuk yıl daha beklemek gerekti.
IRA’in silahsızlanması, 1997’de kurulmuş olan ve başkanlığını Kanadalı General John Le Chastelain’in yaptığı “Uluslararası Bağımsız Silahsızlanma Komisyonu”nun gözetiminde gerçekleşti.
Tüm tarafların “arabulucu” olarak kabul ettiği, ABD Başkanı tarafından atanmış Amerikalı senatör George Mitchell’in önemli katkısı oldu.
IRA’nın 2005 yılında tümüyle silahsızlandığı, örgüt ileri gelenlerinin General Le Chastelain ile ortak basın toplantısında Kanadalı General tarafından açıklandı. Kanadalı General, konuya ilişkin ayrıntılı raporunu ise İngiliz ve İrlanda hükümetlerine sunmuştu.
“Kuzey İrlanda çözüm örneği” bizi ister istemez, “çatışma çözümleri”nde “üçüncü taraf” konusuna getiriyor. Türkiye’de iktidar, kesinlikle “üçüncü taraf” istemiyor. Kürt tarafı aslında istemiyor, İzleme Heyeti aslında yok hükmündedir. Kendin çal kendin oyna niteliği taşımaktadır.
Kürt tarafının istediği bir şeyde yoktur görünürde. İstenilen demokratik haklar ise Kürtlerin 30 yıllık savaşıyla da hiç bir ilgisi yoktur. Ama kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklar başka şeyleri işaret etmektedir. Erdoğan’ın Başkanlığı pazarlığından tutunda Kerkük’e kadar uzanan coğrafyada Türk hakimiyetinin tesisinden tutunda……….
Bütün Devletler veya Hükümetler yabancıları iç çatışmaların dışında tutmak için her çareye başvururlar. Bazıları için bu bir hükümranlık meselesidir., bazıları için gurur, bazıları ise durumlarının sağlamlığından emin değildir ve üçüncü tarafın silahlı gruptan yana tavır alacağından korkarlar. Silahlı gruplar ise doğal olarak dünyanın dikkatini çekecekleri umuduyla çatışmalarını uluslararasılaştırmaya daha heveslidirler.
Türkiye’deki iktidarın ve öncelikle Erdoğan’ın yaklaşımı bu satırlarda okunmuyor mu?
Türkiye’deki mevcut haliyle “çözüm süreci” çok ciddi yöntem ve mantık zaafları vardır ve böyle görünüyor. Ama ne yazık ki tarih bize kapılarını açtığında, ağızlarımızın açıklığından sinekler ta midemize kadar ineceklerdir. Dışarıda görünen aksaklıklar halledilmeden barış hedefini gerçekleştirmesi imkansıza yakındır. Bir şeyler olsa bile bu barış değil de Kürtlerin başa dönüşü olma ihtimalî dışında bir anlama gelmez.
Kısaca şöyle diyeyim: Nasıl “Türk usûlü başkanlık sistemi olmazsa, Türk usûlü çözüm süreci de olmaz”. Zorlamaya kalksanız da, sonuca ulaşmaz.
Söz konusu dönemde, güçlü bir Kuzey İrlanda lobisine sahip olan ABD Başkanı Bill Clinton, Gerry Adams’ı Beyaz Saray’a davet etti.
Bu süreçte dönemin ABD Senatörü George Mitchell da, arabulucu olarak önemli bir rol üstlendi.
Erdoğan’da Çiller gibi. Çiller nasıl Bask sorununu bilmiyorduysa Erdoğan’da Kuzey İrlanda çözümü’nün nasıl olduğunu bilmediği belli oluyor. Erdoğan Sri-Lanka modelini de bu aralar danışmanlarına sorup durmakta. Eminim Hükümette, Erdoğan’da bu modeli de bilmiyor. Sandiviç hareketiyle bilinen model yok etme modelidir. Artık Kürtleri yok etmenin mümkün olmadığına göre bu modelin en önemli maddesi önemini kaybetmiştir.
İkincisi PKK sırtını denize dayamamıştır. Üçüncüsü kurtarılmış bölgelerde Gerilla komutanları sırt üstü yatıp savaştan kopmamıştır. Dördüncüsü ve en önemlisi de Tamil Kaplanlarını hükümet değil iç ihanet bitirmiştir.
LTTE (Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları) saflarında Albay Karuna olarak tanınan Vinayagamurthy Muralitharan, 2004 yılında LTTE’ye eleştirilerde bulunarak ayrıldı. Daha sonra da hükümet saflarına geçti. Bu ihanet Tamil Kaplanları için sonun başlangıcı oldu.
1995-2002 yılları arası 3. Eelam Savaşı olarak bilinen süreç, LTTE’nin en büyük askeri başarılarını kazandığı dönem oldu. Doğu bölgesinin tamamının LTTE tarafından kontrol altına alınmasıyla sonuçlandı.
Bu süreç, Norveç’in arabuluculuğunda uluslararası gözleme tâbi bir ateşkes anlaşmasıyla sona erdi. Karuna tam böyle bir dönemde 3 Mart 2004 ayrıldı. Aynı tarihlerde 6 Nisan 2004 sertlik yanlısı politikalarıyla bilinen Mahinda Rajapaksa Başbakan olarak seçildi. Bir yıl sonra da Cumhurbaşkanı oldu.
Batticaloa’da doğmuş, aşağı kastlardan bir köylünün oğlu olan Karuna, doğu bölgesini (Batticaloa-Amparai) öne çıkaran bir çizgi izliyordu. Kuzey’de (Wanni) üslenen LTTE liderliğine karşı bölgeci bir söylemi kullanıyordu. Örgüt liderliği tarafından atanan yöneticilerin Kuzeyli olduklarından yakınıyor, Doğu’yu kendisinin ve doğulu kadroların yönetmesi gerektiğini söylüyordu.
Jaffna Tamiller’i kendilerini Batticcaloa Tamilleri’nden üstün olarak kabul eder. Karuna’nın söyleminde bu durum yoğun olarak kullanılır. Kuzeydeki Wanni liderliği kibirli bir şekilde düşünüyor. İyi eğitimliler, herşeyi yapabileceklerini, diğer topluluklara baskı yapabileceklerini düşünüyorlar. Bu kabul edilemez. Kaynakları ve idari görevleri paylaşmalılar.
Böylece çözüm geldiğinde ne yapacaklar, halkımız bu sefer onların baskısı altında kalmaya devam edecek. Başından beri Jaffnalılar ile Batticcaloalılar arasında ciddi sorunlar var. Karuna’nın bütün söylemi Tamil uluslaşma sürecindeki sıkıntılar üzerine kuruludur
Karuna, askeri olarak da düzenli ordu-konvansiyonel savaşı fazlaca önemseyen ve gerilla taktiklerini küçümseyen bir çizgiye sahipti. Görüşlerini “konvansiyonel savaşta ısrar ediyoruz, kara savaşı, baskın, saldırı, sivilleri öldürmekten, bombaları kurmak gibi oyunlardan hoşlanmıyorum” diye açıklıyordu. Karuna, LTTE’nin bağımsız Tamil Eelam fikrinden vazgeçtiğini federalizmi savunduğunu, Tamil milliyetçiliğini bırakmadıklarını kendilerinin de hükümetle federalizm üzerinden görüşmeler yaptıklarını söyler. Ayrılık ihanete dönüşmeden önce Karuna, LTTE- Batticaloa-Amparai olarak isimlerini değiştirmeden devam edeceklerini söylüyor.
LTTE kurucusu ve lideri Velupillai Prabhakaran’ın sağ kolu olan Karuna, uzun yıllar Tamil nüfusun en fazla bulunduğu Doğu bölgesinin komutanlığı yapmıştı. Karuna, LTTE hakkındaki bütün bilgisini Sri Lanka devletinin hizmetine sundu.
Muralitharan, hükümet saflarına geçerken 4 bini deneyimli 6 bin savaşçıyı da yanında götürdü. LTTE’nin ise Karuna hakkında yolsuzluk ve suiistimal iddiaları vardı.
Karuna’nın ihaneti ile birlikte LTTE büyük bir askeri güç kaybetmekle kalmadı, uğruna savaştığı halkın önemli bir bölümünün kontrolünü de yitirdi. Halk nezdinde bölünmüşlük ve iç çatışma görüntüsü yaratılmış oldu. Sri Lanka hükümeti bu bölünmenin ardından her türlü uzlaşma girişimini rafa kaldıran ve topyekün imhaya yönelen bir çizgi izledi. 2004 yılına kadar sürekli yükselen örgüt, 2006 yılından 4. Eelam Savaşı denilen bir imha savaşıyla karşı karşıya kaldı. LTTE artık bir yandan kendi iç savaşıyla bir yandan Sri Lanka devletiyle savaşıyordu. Karuna milislerinin aktif desteğiyle 2007 yılında Doğu bölgesi tamamen hükümet kuvvetlerinin eline geçti.
LTTE’ye ihanet ettikten sonra, Tamil’ler içinde süren savaş Karuna ve arkadaşlarının Tamil Makkal Viduthalai Puligal-Tamil Halk Kurtuluş Kaplanları (TMVP) isimli bir parti kurmasıyla sonuçlandı. Karuna, 2004 yılından itibaren Sri Lanka devletinin hizmetinde bir güç olarak LTTE’ye karşı savaştı.
2008 yılında yerel seçimlerinde iktidardaki Sri Lanka Özgürlük Partisi’nden milletvekili seçilen Karuna, 2009’un Mart ayında Sri Lanka Cumhurbaşkanı Mahinda Rajapaksa hükümetinin Ulusal Entegrasyon ve Uzlaşma Bakanı oldu.
Karuna, yüz binlerce Tamil, Sri Lanka ordusu tarafından toplama kamplarında doldurulurken, 19 Mayıs’ta uçağa atlayarak Tamil Kaplanları’nın bir zamanlar kendisinin de lideri Velupillai Prabhakaran ve ailesinin ölmüş bedenlerini teşhis etmeye gitti.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.