Toplumsal yaşamda birlikteliği sağlayan temel unsurun faziletli/erdemli insanların görünür olması gerektiği konusunda aydınlar ve felsefeciler arasında neredeyse bir konsensyum var. Faziletli/erdemli insanların öne plana çıkarıldığı ve dinlenebildiği toplumlarda ortaya çıkan toplumsal sorunların çözümünün kolaylaşacağına dair dünya üzerinde çeşitli örnekliklere rastlamak mümkündür. Bu nitelikteki toplumlarda sorunların toplumu boğamadığı bilakis ortaya çıkan sorunların daha kolay çözümlendiği görülmektedir. Faziletin/erdemin referans alındığı toplumlarda ortaya çıkan en karmaşık sorunların toplumu yıpratmadan çözülebildiği gerçekliği ortadadır.
Fazilet/erdem vasfını öne çıkaran toplumların kendi iç barışlarını sağlama konusunda daha başarılı oldukları gibi diğer toplumlara da örneklik teşkil etme vasfına sahip olmaları fiziksel güçleriyle bilgiyi ve erdemliliği kullanmalarından kaynaklanır. Bu toplumlarda felsefeciler, aydınlar ve düşünürler tutum olarak toplumun henüz ulaşamadığı bir bakış açısına sahiptirler. Bu vasıflarıyla toplumu aydınlatan kandil işlevi görmektedirler.
Fazilet/erdem niteliğini öne çıkaran toplumlarda bireysel çıkarlar değil, evrensel değerler hâkimdir. Toplumda oluşan sorunlar çıkarlara göre değil evrensel değerler üzerinden hak, hukuk ve adalet ölçüleri çerçevesinde değerlendirilir. Bu bakış ve tutum toplumda otokontrol geliştirerek her kesimin doğal olarak diğer kesimler tarafından denetlenmesini sağlayan anlayış üretir. Yani toplumsal kesimler birbirinin doğal denetmeni aracı haline dönüşürler.
Fazilet/erdem vasfını önemsemeyen toplumlarda ise felsefeci, aydın ve düşünür olarak lanse edilenler toplumun sırtında kambur haline dönüşürler. Dolayısıyla bu toplumlarda sorunlar an be an daha da karmaşa halini alır. Çünkü toplumu aydınlatma görevi görmeleri gerekenler toplum yerine sırtlarını erki elinde bulunduranlara dayandırırlar. Bunun sonucu olarak toplumsal sorunlar yerine kendi durumlarını korumayı önceleyen bir bakış ve tutum sergilediklerinden halkın gerisinde kalan anlayışın temsilcisi haline dönüşürler.
Fazilet /erdem niteliğinin öne çıkmadığı toplumlarda ise evrensel değerler yerine dar klikçi anlayışlar yer edinir. Bunun sonucu olarak da çıkar grupları toplumsal algıya egemen olur. Bunlar hak, hukuk ve adalet yerine çıkarları çerçevesinde toplumda yönlendirici işlevi görmeye başlarlar. Toplumun önü bu sebeple kapanır ve toplum dar kalıplara sıkıştırılır. Sıkışan toplumun bireyleri arasında karşısındakinin hakkını ve hukukunu gözetme yerine onun linç edilmesine yönelen bir bakış ve anlayış gelişir.
Somutlaştıralım.
Tekçiliğe dayanan mantıkla örülen Türkiye’nin Kemalist rejimi aydınlarına toplumun haklarına sahip çıkmaları yerine iktidar erkini ve devleti koruma görevi vermiştir. Dönemsel konjonktürün doğurduğu iktidar değişimlerinde de bu durumun değişmediğine ve her iktidarın kendi aydını öne çıkararak eylem ve tutumlarına halk nezdinde haklılık kazandırma gayreti içine girdiklerine şahit olduk. Doksan yıllık uygulama dikkate alındığında mantıksal olarak bunun değişmediğine ancak dönemsel olarak iktidar erkine bağlı farklılaştığına şahitlik etmekteyiz.
Bu durumun değişeceğine yönelik ilk umutlar Özal ile gelişse de beklenen umut olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Ancak AKP iktidarının ilk dönemlerinde iktidar erkinin toplumda oluşturduğu iyimser hava Kemalist mantığın yerle yeksan olacağı umudunu iyice yeşertti. Ta ki iktidarda ayaklarının yavaş yavaş yere sağlam basmaya başladıkları hissedildikçe ele geçirdikleri iktidar erkinin asıl görevini üstlendikleri fark edildi. Daha önce her kesime dağıttıkları gülücüğün gerçek amacını serd etmeye başladılar. Ki amaçlarını gizleme ihtiyacı bile duymadan toplum yerine kendi iktidarını önceleyen eylemlere giriştiler.
Bunun için ilk öncelik etraflarında topladıkları kalemşörlerle toplumsal algı inşa ederek eylemlerine haklılık kazandırma çabasına koydular. Bunların görevi ve yapmaları gereken iş daha önce kısmen de olsa toplumu liberal veya demokratik yollarla sahiplenen ve kısmen aydın görevi görenlerin toplumsal algıyla ötekileştirilmeleriydi. Toplumda entelektüel ayağına yatarak, topluma yön verdiğini düşünen bu kesim farklı seslere ve renklere kapıları kapatarak varlıklarını kabullendirme yoluna gittiler
Sonuç:
Toplumsal yaşamın kaçınılmaz kuralları elbette var olmalıdır. Eğer bu kurallar toplumun bir kesimi için uygulanırken bir diğer kesimi bu kurallara kurban ediliyorsa sorun kurban edilende değil kurban edende aranmalı diye düşünüyorum.
Gelinen durum, topluma dayatılan aydınları ve düşünürleri gün geçtikçe halkın gerisinde kalan bakışa hapsetti. Farklılıkları görme ve kabul etme açısından devleti korumakla görevli hukukçulardan bile geri kaldılar. Ki bu gün yaşanan karmaşanın temel sebeplerinden biri de farklı düşüncelere tahammül açısından dayatılan aydınların hem toplumun hem hukukun en azından bir adım bile olsa gerisinde kalmalarıdır. Aydınların ve düşünürlerin toplumun ve hukuk adamlarının gerisine düşmeleri o toplum için felaketin kapıya dayanması demektir.
Karmaşa ortamının oluştuğu günümüzde aydınların ve düşünürlerin tahammül sınırlarının kısıtlı olması hem düşüncenin yayılması önünde set oluşturulmalarına hem de doğal olarak halkın farklı seslere, renklere ve düşüncelere kapalı olmasını kaçınılmaz hale getirmiştir. Evrensel Hukuk ilkeleri düşünce beyanı karşısında bireyi devlete karşı korumayı temel ilke ve hedef edinirken, dayatmacı aydınların öncülük ettiği ulusal hukukta ise düşünce beyanı karşısında devleti bireye karşı koruyan bir mantık gelişir.
Düşünce şiddet ve şiddete teşviki gerçekleştirmediği sürece korunması gereken en temel insani haklarındandır. Hani bugün iktidar erkini elinde bulunduranlar şöyle. \"Biz milletin hizmetkârı olan bir devlet yaratmak derdindeyiz. Dicle’nin kenarın Kurt koyunu kaparsa onun sorumlusu biziz\" diyorlardı. Oysa gelinen noktada milletin devlete feda edilmeye başlandığını görmekteyiz. Yeni Türkia dedikleri budur.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.