Dünya toplumları içerisinde var olmanın/varlık kazanmanın temel koşullarından biri, o toplumun ürettiği değerlerle insan yaşamına sunduğu katkılara bağlı olarak anlam kazandıkları gerçekliği ortadadır. Bu gerçeklik doğrudan doğruya insana kazandırdıklarıyla orantılı olarak o toplumun dünya içerisindeki konumunu belirlemeye yarar. Toplumlar ürettiği değerler üzerinden dünya da yer edindiklerine göre, her toplum bu anlamda dünya/insanlık mirasına katma değeri açısından önem arz eder.
Bu çerçevede dünya toplumları içerisinde insanlık mirasına katkı sunmanın en önemli öğesi de o toplumun kendi varlığı üzerinden görünür olup olmamasına bağlıdır. Ancak varlığını herhangi bir şekilde görünür kılma imkânı bulmuş toplumların kendi varlıklarını kaim kılmanın derdine düşecekleri de muhakkaktır. Bu toplumlar çoğu zaman varlıklarını kaim kılmanın vesilesi olarak da diğer toplumların katma değerlerine yönelik taaruzcu bir yaklaşım sergileyerek bunu gerçekleştirmektedirler.
Bugün dünyada sömürge veya emperyalist olarak tanımlanan bu toplumların egemenlikleri altına almış oldukları/almaya çalıştıkları öteki toplumlara yönelik egemenliklerini daha kolay gerçekleştirmenin yol ve yöntemlerini eskiye nazaran farklılaştırdıklarını görmekteyiz. Geçmişte doğrudan doğruya saldırılarını üretilen değerlere ve varlıklarına yöneltirlerken bugün daha çok o toplumlara ait insanlarda zihinsel deformasyon yaratarak bunu gerçekleştirmeye çalıştıklarına şahit olmaktayız.
Kürdlerin kendi varlıklarıyla görünür olmalarının önünde engel oluşturan Arap, Türk ve Fars toplumlarının dünya insanlık mirasına katkıları açısından ele alınırlarsa konunun daha iyi anlaşılacağı kanaatindeyim. Şunu da unutmamak gerekir ki bu üç toplumunda tarihsel geçmişlik açısından dünya içerisinde görünür olan toplumlardır.
Türklerin, tarihsel geçmiş açısından en görünür oldukları yapılarının ne olduğu sorusuna, verilecek en önemli cevabın devlet aygıtını kolaylıkla teşkil edebilme kabiliyetine sahip olmalarıdır. Ancak her dönemde oluşturdukları devlet yapılanmasını kendi dinamikleriyle var kılmaktan çok etkileşimde bulundukları toplumların var kıldığı değerleri apararak bunu gerçekleştirdiklerini söylemekte bir beis yoktur.
Çinlilerle olan ilişkilerden, İslam toplumları ve Batı/Bizans toplumuyla olan ilişkilerinde de bunu görmek mümkündür. Her dönemde etkileşimlerinin ön plana çıktığı toplumun yapılanmasını kendi bünyelerine uygun hale getirdiklerini söyleyebiliriz. Son dönemde Cumhuriyet rejimi ile devletin yönünü Batıya çevirmeleri de bunun en önemli göstergelerinden biridir.
Arapların, tarihsel geçmişleri açısından en görünür oldukları alanın devlet olduğunu ileri sürmek mümkün değil. Ancak devlet yapılanmasının prototipi olan aşiretsel yapı ile bunu gerçekleştirdiklerini ileri sürebiliriz. İslam diniyle devlet yapısı üzerinden bir ivme kazandıklarını ama bunu daimileştiremediklerini de tarih verilerinden bulabiliyoruz. Tarihin bir kısmında İslam’ın avantajını kullanarak bunu gerçekleştirmişlerdir.
Kürdlerle aynı kökenden gelen Farslar ise bu anlamda devlet aygıtını özgün biçimde gerçekleştiren tek toplumdur. Tarih bunu söylemekten imtina etmememiz gerektiğine dair verilere sahiptir. Geçmişte Farsi nitelikleri üzerinden bunu gerçekleştirmeyi başaran İranlılar ise son dönemlerde Şia geleneği üzerinden buna yönelik veriler ortaya koymuşlardır.
Kürdlerin tarihsel süreçte kendi varoluşlarını devlet üzerinden var kıldıklarına yönelik verilere sahibiz. Ancak bunun dışında İnsanlık değerlerine yönelik üretimleriyle de katkı sunduklarını biliyoruz. Aynı coğrafi mekânı paylaştıkları diğer kavimlerle yazı, hukuk ve bilimsel katkılarıyla ön plana çıkmış bir toplumdur. Hatta Ali Şeriat’nin ifadesiyle günümüz Avrupa değerlerinin alt yapısını oluşturan Yunan Medeniyetinin tarihsel kökenlerinin Zagros’a dayandığını belirme imkânı bile var.
Şimdi dönüp günümüz durumuna bakınca bu üç toplum da Kürdlerin kendi varlıklarını daim kılmaya kast etmeye devam ettiklerini görmekteyiz. Özelikle Kuzey Kürdistan halkının tüm değerleri ve varlıkları iki yüz yıldır Türk Devlet geleneği üzerinden imha ve inkâra uğramaktadır. Ancak günümüz Dünya dinamikleri bunu artık mümkün kılmadığı için bu politik duruşta farklılaşmaya doğru bir gidişi görmekteyiz.
İşte tam bu nokta da varlığı imha veya yok sayma yerine zihinsel deformasyona başvurmak suretiyle yeni durumu gerçekleştirme yönelimi ortaya çıkmıştır. Türk devlet aklı ortak noktalar olan İslam dini üzerinden Kürd halkının zihnini meşgul ederek yeni rotasına doğru yol almaktadır.
Çizilen yeni rotanın istenilen amaca ulaşması için ortak nokta olan dinsel hassasiyete ait olan veriler kullanılmaktadır. Bu nedenle dini hassasiyeti yüksek olan Kürdlere yönelik İslam dinine yönelik referanslar öne çıkarılmaktadır.
Günümüzde Kürdlere efendiliğe soyunan bu anlayış rahatı ve rantı için kullanacağı işgücünü kaybetme korkusu yaşamaktadır. Ki bugün Kürdler içerisinde dini hassasiyeti olanlarında kendi varlıklarını gerçekleştirmeye yönelik oluşturdukları zihinsel dönüşüm bunlarda/İstanbul’da endişe yaratmış durumdadır. Bu vesile ile tekrardan acil eylem planları devreye sokulmaya çalışılıyor. Hem de zihinsel olarak bir araya gelmeleri mümkün olmayan efendiciliğe soyunanların ağız birliği ettiğini görmekteyiz.
Sonuç:
Kendi devletlerinin bekası için Kürdlerin kendi varlıklarını kazanma hakkını görmeyen/görmek istemeyen İslamcı anlayış bugünlerde tekrar şaha kalkmış durumdadır. “Kürd Müslümanlar kendi namuslarını temizlesin” söylemini geliştiren Mustafa İslamoğlu, “Kürdler etnik dava güdüp ırkçılık yapmamalı kapitalizmle mücadele etmelidir” söylemini geliştiren İhsan Eliaçık, “İstanbul İslamcılarını gelin burda birlikte omuz omuza mücadele edelim” diyen Mehmet Göktaş ve “Seçimlerden önce, fitne fesat tohumları ekerek ülkeyi germek, kaosun eşiğine sürüklemek ve bizi birbirimize düşürmek istiyorlar” diyen Yusuf Kaplan. Aynı değirmene su taşımanın derdindedirler.
Bunların oynadığı oyun, İslamcılık kisvesine bürünerek devletlerini kaim kılmanın derdidir. Acaba Kürd Müslüman olarak bunun ne anlama geldiğini hiç düşündük mü?
Doğrusu İslamin oluşturduğu ümmet bilinci millet bilincine engel değildir. Hatta onu beslemektedir. .Ama bunların kaim kılmaya çalıştığı İslamcılığın ümmet bilinci millet bilincini bitirmeyi amaçlayan bir bilinçtir. Çünkü İslamcılıkla kendi devletlerinin egemenlerini sağlamlaştıran bir siyasal hegemonya oluşturulmak istenmektedirler. Ve Ümmeti bunun bir aracı olarak kullanılmaktadırlar.
Her Kürd bu koşullar altında şunu mutlaka düşünmelidir. Mekke de Peygamber devlet mantığı üzerinden hangi sistemin mücadelesini verdi. Hayır, vermediğini söylemekte hiç bir beis yok. Sadece deformasyona uğramış zihinsel tamirata girişti. Ne zaman ki Medine ye vardı işte o zaman devletsel anlamda sistem mücadelesine girişti. Öyleyse Kürdler bunun üzerinde düşünmeli ve önceliklerini de bu çerçeveye göre belirlemek zorundadırlar.
Ez Cümle:
Bildiğim bir tek şey var. Devletsiz ve varlıksız(varlığı kabul görmeyen) bir milletin evlatları sistem ve refah mücadelesine yönelirlerse, kendilerine değil. Efendilerine çalışılmakta olduklarıdır. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.