Siyaset Felsefesi alanında tarihsel sürecin en çok bilinen Filozofu Platon toplumu üç kategorik grup üzerinden ele almaktadır. Yöneticiler, Koruyucular ve Halk. Bu kategorik sınıflamada en dikkate değer nokta yöneticilere atfedilen niteliklerdir. Ona göre toplumsal düzenin sağlanmasında ve toplumun mutlu ve müreffeh olmasında en önemli işlev yöneticilere düşmektedir. Dolayısıyla yöneticilerin “Filozof ya da Bilgin” olmasını temel koşul olarak belirlemiştir. Çünkü toplumun önünde olanın nitelikli olması doğal olarak toplumu da beraberinde nitelikli bir biçime sokar düşüncesiyle hareket etmiştir. Kısaca yönetici erdemliliğini toplumsal huzur ve barışın asıl faktörü olarak görmüştür.
Dünya siyaset tarihi bu belirlemeyi doğrulayan düşünür ve toplumsal atılımları bu nitelikleriyle sağlayan birçok yöneticiye şahitlik etmiştir. Hem düşünürler hem de söz konusu niteliklere sahip yöneticilerin toplumda söz sahibi oldukları dönemler dikkate alındığında, toplumsal sorunların en aza indirgendiği ve toplumsal huzurun en üst seviyeye yükseldiği görülmektedir. Bu durum şuna delalet etmektedir. Toplumlar yöneticilerinin sahip olduğu niteliklere göre biçim alarak, yöneticilerin tutum ve reflekslerine göre şekillenmektedirler. Dolayısıyla Platon’un “Filozof ya da Bilgin” olma şartının reel noktası burada kendiliğinden açığa çıkmaktadır.
Somutlaştıralım.
Konumuzu Ak Parti kuruluşun dan bugüne gerçekleştirdiği söylem ve tutuma bağlı olarak toplumun nasıl şekillendiği üzerinden ele almanın yararı var. Böylece son yıllarda Türkiye toplumsal yapısının nasıl biçim aldığını ve şuan ki toplumsal kaosun gerçek müsebbiplerini anlamanın kolaylaşacağını umuyoruz.
Siyasi mağduriyet yaşamış bir ekiple yola çıkan parti isminde kullandığı
“Adalet” kavramıyla adaleti tüm toplumsal kesimler için talep ettiğini vurguluyordu. Ki toplumsal kesimlerde hem mağduriyetlerini hem de adalet arayışı üzerinden onlara destek sundu ve toplum da bu havaya uydu. Yine isminde kullandığı
“Kalkınma” kavramıyla dibe vuran ekonomik istikrasızlığa çözüm olacağı umuduyla toplumsal kabul gördü. Bu dönemde AB ile ilişkiler ve AB hukukunun toplumda egemen kılınacağı söylemini öne çıkardı. Toplumsal destek bu konuda neredeyse toplumun
dörtte üçüne tekabül edecek seviyeye çıktı. Böylece toplumda güzel günlerin gelmekte olduğu beklentisiyle toplumsal algı
hak hukuk ve adaletin sağlanacağı kanısıyla bu yöne doğru biçim aldı. Doğal olarak farklılıklara tahammülü ve birlikte yaşam olanaklarının güçleneceği umudu topluma egemen olmaya başladı. İlk dönemi bu duygu ile topluma yansıtan partiye yönelik toplumsal kabul ile gittikçe güçlendi. Bugün dönüp baktığımızda öyle olmadığı bilinse de
2007 sürecinde derin devlet aklı bu tür toplumsal bir dönüşümü hazmetmediği konusunda bazı gelişmeler yaşandı. Toplum parti yöneticilerinin o dönemde sergilediği olumlu tutum ve erdemli duruş üzerinden desteğini döneme göre maksimum düzeye çıkardı. O olumlu tutumla toplumun tüm kesimlerini kucaklayan anlayışını sergilemekten kaçınmadı. Kİ bu aynı zamanda parti söylemi olarak ta öne çıktı. Toplumda da bu olumlu havayı yakalayan parti yüzyılın kangren sorunu olan
Kürd sorununa el atmayı bir vazife olarak algıladı.
“Annalar ağlamasın” söylemi tüm toplumsal kesimlerden kabul gördü ve bu yönde yol haritaları oluşturuldu. Yöneticilerin elini taşın altına koyma görüntüleri toplum için sonunun çözümüne yönelik bir ışığa dönüştü ve toplum bu yönde yine
dörte üçü aşan bir desteğe hazır hale geldi. Ancak süreç işletilmediği için toplumsal beklenti gün be gün erimeye yüz tuttu ve oluşan destek te parti ve yöneticilerin söylemi paralelinde kafa karışıklığı içine girerek yok oldu. Nihayetinde partinin ortada
çözüm mözüm yoktur çıkışıyla hem toplumsal beklenti sıfırlandı hem de oluşturulan algı üzerinden toplumun çözümsüzlüğe doğru giden anlayışla donatılması başarıldı. Tabi son dönemdeki gelişmelerin de bu algının pekişmesinde etkili olduğunu görmek gerekir. Bu ortamda
ya bendensin ya da düşmansın algısının topluma hâkim kılındığını müşahede etmekteyiz.
Sonuç: Toplumların tarihsel süreç içerisinde kazandıkları sosyal kalıtımın yanında dönemin eylem ve söylemlerinin de toplum üzerinde etkili olduğunu yukarıdaki kısa tarihsel süreç dönüşümünden de görmekteyiz. Toplum kendi başına
yön ve yol çizen bir yapı değildir. Ona yön ve yol çizenlere göre kalıba girmekte olduğu sosyal yaşam verileriyle ortadadır. Dolayısıyla toplumun önünde olanların
tutum, düşünce ve eylemleri kısa sürede topluma hâkim olmaya başlar ve toplum önünde olanlara göre şekil alır.
Bu nedenle topluma yön verenlerin erdemlilikten nasiplenmemiş olmaları doğal olarak toplumu da erdemsiz kılmaktadır. Bu nokta Demirel’in “
dün dündür bugün bugündür” söylemi aslında yöneticiler üzerinden toplumsal bir hakikatin belirlemesiydi. Yani dün doğru olanın bugün geçerli olmadığını topluma benimsetmek için yöneticinin çark etmesi yeterlidir demekteydi.
Erdoğan’ın son on dört yıldır takındığı tutuma göre toplumsal reflekslerin de buna paralele biçimde değişmesi, bize Platon’un erdemli yöneticilerin olmazsa olmaz şartının ne kadar elzem olduğunu göstermektedir. Aslında sorun sadece Ak Parti veya diğer Partiler de değildir. Sorun toplumun umut bağladığı insanların erdemlilik göstermemesindedir. Örneğin benzeri tutumu Kürdlerin kahır ekseriyetinin Ocalan üzerinden günü birlik anlayış değişikliklerinde de görmekteyiz.
Son olarak toplumsal yönetime talip insanlarda erdem aramayan her toplum günün birinde kendisini bir uçurumun kenarın da görecektir. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.