Toplumsal yaşam içerisindeki her oluşum ve yapılanmanın idealleştirdiği anlayış ve bakışı topluma hâkim kılmak için çaba içerisinde olacağı muhakkaktır. Bu çabanın amaçladığı nihai şey ise toplumda değişim ve dönüşümü kendi perspektifleri çerçevesinde gerçekleştirecek koşul ve imkânları elde etmektir. Bunu gerçekleştirebilmek için de oluşturulan bakış ve anlayışa toplumsal cazibe katmakta bir beis görmezler. Çünkü toplum için gelecekte rahat etmenin koşulları ancak anın cazibeleri üzerindeki tahayyülle mümkün olabilmektedir.
Toplumsal tahayyülün, oluşturulan cazibe üzerinden denetlenmesi gelecekte amaçlanan değişim ve dönüşümün olmazsa olmaz şarttır. Dolayısıyla ister dava mantığıyla olsun isterse ideolojik tutkuyla olsun buna sarılacak bir kesimin oluşumu amaçlanan değişim ve dönüşümün ön şartıdır. Bu kesimin oluşturulması ise dava eri olma mantığıyla ortaya çıkan ve ileride amaçlananın gerçekleştirilmesi için maddi ve manevi külfeti yüklenen bireyler vasıtasıyla gerçekleştirilir. Bu bireylerin gösterdiği fedakâr tutum ise topluma erdemlilik vasfı olarak sunulur ve bunun üzerinden toplumsal cazibe oluşturulur.
Üzerlerinden toplumsal cazibe oluşturulan bu kişi veya kişiler amaçlanan değişim ve dönüşümün lokomotif gücü olmakla birlikte aynı zamanda değişim ve dönüşümü gerçekleştiren lider kadro haline gelirler. Bu kadrodaki bireyler içerisinde içten içe kaynayan öne çıkma savaşımı olsa bile toplumsal anlamda cazibenin merkezine oturanın emrine itaat etme zorunluluk haline gelir. Ancak oluşan cazibe merkezine yerleşen kişi de gücüne güç katmak amacıyla çevresindekilere ulufeler dağıtmak zorunda kalır. Tatmin ölçüleri içerisinde ulufeler üzerinden kısmi olarak susan bu kesim ancak elindeki imkânları kaybetmeyle yüz yüze geldiğinde ilk önce imalı serzenişlerde bulunur. Karşılık görmeyeceğini anladığı andan itibaren sınır tanımayan -içeride oluşturulan mantığı- bir feveranla olup biteni ortaya sermeye çalışır.
Somutlaştıralım:
Osmanlının son yüzyılından günümüze kadar Türk siyaset mantığının işleyişi ittihatçılık üzerinden tevarüs eden bir anlayışla biçimlenmiştir. Bu biçimlenme doğal olarak merkeze yerleşenlerde kendi konumunu güçlendirme duygusuna yol açarken, merkeze yerleşme amacı taşıyanlarda ise çevre desteğini alarak konumunu güçlendirmeye yol açmıştır. Merkeze yerleşenler veya yerleşme çabasında olanların çevreden aldıkları desteğin her zaman için karşılığını ödeme zorunluluğu var.
Örneğin Hamidiye alaylarıyla çevre niteliğinde olan Kürd aşiretlerine sultan Abdülhamit dağıttığı payelerle konumunu güçlendirme çabasına girmişti. Ki bu alaylar sayesinde içeride konumuna veya egemen sistemine yönelik oluşan tehlikeyi bir süreliğine erteleme imkânı bulmuştu. Benzeri bir durumu da TC’nin kurulması aşamasında Mustafa Kemal’in Kürd aşiretlerinden bir kısmı ile kurduğu ilişkiler üzerinden görmek mümkündür.
İttihatçı mantığın iki yüzyıldır hüküm sürdüğü Anatolia da her ideoloji, örgüt ve partisel anlayış bu mantıkla varlık kazanma derdinde olmuştur. Bu ideoloji, örgüt ve partiler belirlenmiş mantık ve anlayışla varlıklarını kaim kılmak için toplumun cazibelerine kapılacağı bireylere ihtiyaç duymuşlar. Bu bireylere bakışlarını da pragmatist değerler üzerinden geliştirmişler. Bireyler söz konusu anlayış ve bakışı önemsediği ve benimsediği sürece baş tacı edilmişler.
Ancak İsleyiş ve anlayışın deforme olmaya başladığı konusunda bir kanaat ve düşünceye gark olmaya yönelen her birey için anında itibarsızlaştırılacak veriler üretilmiştir. Yani bunlar için hemen devreye konulması elzem olan hazırlanmış ajandalar devreye sokulmuştur. Bu vesile ile söz konusu bireylerin ortaya koyacağı her serzeniş yapı içerisinde yer edinmeye çalışan müritler tarafından linç giyotinine dönüştürülmüştür. Çünkü merkezin konumunu sarsma ihtimali olan bu bireylerin itibarsızlaştırılarak cazibe olmaktan çıkarılmaları gerekir ki merkez sırada olanlara dağıtacak ulufeler bulabilsin.
Bu tutum temelde ittihatçılıktan tevarüs ettiğinden giyotin argümanı ister dava, ister menfaat ilişkisi üzerinden yürüsün tüm yapılar için üzerinde müttefik olunan bir durumdur. Söz konusu tutum Anatolia da yaşayan her Kürd yapılanmasında da karşınıza çıkma ihtimali yüzde yüz olan bir veridir. Toplumsal varlığı tehlikede olan bir millet üzerinden varlık kazanmaya çalışan bu yapıların merkezine yerleşenler kesinlikle bu konumlarını kaybetmeyi göze alamadıklarından, o yapıları cazibe haline dönüştürme becerisi olanların tasfiyesine yönelerek onları itibarsızlaştırma derdine düşmüşlerdir.
Sonuç:
Son bir haftadır tartışılan Arınç meselesi Türk siyaset tarzının nasıl işlediğinin ispatıdır. Dava eri olarak başlayan süreç merkeze yerleştikçe ulufelerle pekiştirilmiştir. Pekiştirilme sürecinde alınan her ulufe deforme olmaya başlayan yapının işleyişinde ortaya çıkan olumsuzlukları aklileştirerek -bahane bulma- gerekçelendirme ihtiyacı duymuştu. Ancak ulufelerin sırada bekleyenler için kullanılma zorunluluğuyla elindeki muktedirliği kaybedince feverana başlamıştır. Oysa muktedir oldukları sürece işleyişin dayandığı deformasyona dokunmayı akıllından bile geçirmeyen Arınç, muktedirlik makamını kaybedince ‘ben demiştim’ nakaratı ile başka bir aklileştirme çabasına girmiştir.
Fakat Arınç’a karşı yürütülen linç kampanyası da tam olarak bu Türk siyasi anlayışının dayanağı olan ittihatçılık mantığının yansımasıdır. Çünkü bu ittihatçı mantık şekillendirilme anlayışı açısından güçlü etrafında kenetlenmeyi gelecek ulufeler için her zaman daha makul davranış biçimi olarak telaki etmiştir. Bu nedenle geçmişteki tüm olumlu özellikler bir anda sıfırlanarak serzenişçinin anlık olarak itibar kaybına uğratılması merkezin konumunu güçlendirmek ve ulufeden pay almak için tek çıkar yol olarak düşünülmektedir.
Benzeri durumu, güçlü veya irili ufaklı tüm Kürd siyasi yapılarında görmek de mümkündür. Yapı içerisindeki işleyiş bozukluğunu gündeme taşıyan her kim oluşa olsun anlık olarak toplum gözünde itibar kaybına uğratılır. Ancak Kürd toplumu egemen sistemi tekelinde bulundurmadığı için kullanılan argümanlar egemen topluma göre daha ağırdır. Çünkü varlık mücadelesin içinde olan bir toplum için, kendi toplumuna ihanet suçlaması veya egemenlerin ajanı olma argümanı en çok işleyen itibarsızlaştırma aracıdır.
Ez Cümle:
Erdoğan’dan randevu talebinde bulunan Leyla Zana’nın durumu ise egemen sistem bekçilerinin sistem kutsallarını devreye sokarak gerçekleştirmek istedikleri bir itibarsızlaştırma çabasına bir örnektir. Dolayısıyla ne egemen sistemin iç mücadele tarzını yansıtmakta nede varlık mücadelesi yürüten toplumun yapı tarzlarını yansıtmaktadır.
Bu nedenle Leyla Zana’ya karşı yürütülen itibarsızlaştırma egemen sistemin merkezini elinde bulunduran güçlerin hem konumlarını güçlendirmeyi amaçlamakta hem de varlık sorunu yaşayan Kürd toplumunu ötekileştirme çabasını amaçlamaktadır. Ancak Zana’nın akli davranarak doğru zamanda doğru hamle yapması bu çabaları boşa çıkaracak niteliktedir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.