Tarihsel olarak Van ve Batman PKK etkisinin yoğun olduğu iller değildi ve olamadılar da. Biraz daha derinden bakılırsa Batman teritoryal olarak Siirt ve Silvan’dır. Siirt daha çok farklı etnik yapısı ve medreseleriyle öne çıkarken, Silvan kadim Kürd kültürünün etkisi altında olan bir kenttir. Batman’ın teritoryal olarak etkisi altında olduğu bu iki kent, Petrol sanayisinin etkisiyle yeni bir kent olarak ortaya çıkan Batman değil bu iki kentin etki alanı olmuştur. Dolayısıyla kadim bir Batman’dan söz etmek mümkün değil ve Batman Siirt ve Silvan üzerinden okunmalıdır.
Van ise bu anlamda Batman’a göre daha kadim bir kent ve farklı etnik kökenlilerin varlık kazandığı bir yerdir. Farklılığın olduğu yer ise yeni düşüncelerin değil kadim geleneklerle kendini koruma düşüncesinin öne çıktığı yerler halini alır.
Olaya Kürd ve Kürdistan sorunu açısından baktığımızda tarihsel derinlikte kadim kültürleri olan ve bu kültürlerini medrese kültürüyle yoğurmuş iki kentle karşı karşıyayız. Milletleri var kılan ve onlara devamlılık sağlayan temel referansın tarihsel kökenlerden getirilmiş kadim kültür olduğu görülür.
Medreseler her ne kadar dinsel eğitimin verildiği kurumlar olsa da toplumun kadim geleneksel kültürel değerlerine bağlılığın üst seviyede olduğu yerler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Her iki kentte de söz konusu kültürel değerler üzerinden bakıldığında yüzyılın başından bugüne kadar Kürdistan’ın diğer parçalarında meydana gelen olaylara ve olup bitenlere kulak kabartmış yerler olduğu görülür. Kısmen de elinden geldiği kadar medrese ehli aracılığıyla destek sunmuş yerlerdir.
PKK bu kadim kültürel değerler üzerinden ele alındığında “ters kimlik” geliştirmiş bir yapı olduğu kolayca fark edilir. Kadim Kültüre karşı varlık kazanmak için “ters kimlik” geliştiren bir yapının günü birlik olmaktan öte bir anlamı olmayacağı Sosyolojik ve Psikolojik değerlendirmelerle sabittir. Dolayısıyla PKK neden günü birlik olmadı sorusu karşımıza çıkar. Buna ortaya çıkış gerekçesin de kullandığı “Bağımsız Birleşik Kürdistan” söyleminin etkisi demek mümkündür. Ki bugün hala o etki onun varlığını sürdürmesinde destek niteliğinde işlevsel olan bir durumdur.
Son kırk yıla damgasını vuran ve İdeolojik argümanlar etrafında yapılanan PKK’nin bu gibi yerlerde (kentlerde) kök salması elbette kolay değildi ve olmadı da. Ancak kanaatime göre söz konusu surede bu kentlerdeki tarihsel damar bekleyip görme adına bir süre sessizliğe bürünmek zorunda kaldı. Bu süre içerisinde açıktan olmamak kaydıyla PKK’ye de çıkış söylemi çerçevesinde zımnen destek sundu. Bu tutumda aynı zamanda alternatifsizliğinde etkisi altında oldu. Sunduğu desteğin işlevsel olamadığını gördüğünde yanlış yaptığını düşünmeye başladı. Lakin işin işten geçtiğini de fark etmeye başladı.
Biraz daha incelediğimiz de söz konusu ettiğimiz yerlerde (Benzer nitelikteki diğer yerler buna dâhil edilebilir. Örneğin Bingöl, Elazığ) rejim muhalifliğinin duygusal olarak yoğun yaşandığı yerler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Rejim bunu DP’den Milli Selamet Partisine giden süreçte yörenin oy dağılımı tepkileri üzerinden keşfetmişti. 1980 askeri darbesinden sonra buralarda İslamcı yapılanmaların yoğun biçimde görülmesi ve bu kentlerde rejimin görmedim duymadım tavrına girmesi kanıt olarak kabul edilebilir. Belki de rejim bugün açığa çıkan durumu amaçlamıştı. Ki ben buna inanıyorum. Ters Kimlikli olsa da sorunun merkezine önceleri Kürd ve Kürdistanı koymuş bir yapının kök salmaması için devletin bu yapıların güçlenmesine göz yumduğuna inanırım. Süreç içerisinde oluşan yapılarla bu kentlerde halkın algı düzeyine etki edildi. Sonuçta bu yapılar aracılığıyla günümüz üzerinden okuma yapıldığında biraz opertinist mantığın bu yerlerde yerleşmesinde de etkili oldular.
Şimdi bu arka plan üzerinden sorunuza cevap verebilmenin daha kolay olacağını düşünüyorum. Bu kentlerde yukarıda izah edilen arka plan dikkate alındığında zaten PKK muhalefetinin yoğun olarak var olduğu kentlerdir. Suskunluğun çözüm üretmediği buralarda şiddetin doğrudan kendilerine yönelme ihtimalinin kuvvetlenmesi bugünkü sonuçları doğurdu. Halkın kendisi için güvenlikli yer arayışından kaynaklanan bir karşı çıkış yaptığını düşünmekle birlikte aynı zamanda süreç içerisinde PKK tarafından ortaya konulan tutarsız eylem biçimlerinin de etkisi olduğu kanaatindeyim.
Halkın bu tutumunu aynı zamanda 7 Haziran ile 1 Kasım arasında gerçekleşen iki seçimdeki oy verme tutumunda gösterdiği değişikliği üzerinden de okumanın mümkün olduğunu da belirtmeliyim. Süreç içerisinde (çözüm süreci) halk kendi varlığını onaylayan yapıları varlıklarını red eden yapılara tercih etti. Ancak sorun bu arada gelip güvenliğe takılınca güvenlik varlığını gerçekleştirmeden önce gelir tutumu ön plana çıktı. Toplum için güvenliğin sosyal anlamda var kalıp kendini gerçekleştirmeden önce geldiği her ortamda bu tür tepkilerin olması da olağan olduğunu ifade edeyim (Ancak bu doğru bir tepkidir anlamında değil).
Ellerindeki Türk bayrağı ile PKK karşıtı eylem gerçekleştirmelerinin altında korunma düşüncesinin dışa yansıması olarak değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü çaresizlik içinde olan kitleler anlık reflekslerle hareket ederek çok tartıp biçme eylemine de girişmeden ve günü kurtarma derdini öne çıkartırlar. Bunun da ancak günün hâkim gücü etrafında durmakla sağlanabileceğini düşünürlerse veya görürlerse bunu eyleme dönüştürmekten imtina etmezler. Ancak bu durum kalıcı değil geçici bir çözüm üretme refleksinden kaynaklanır. Sadece şunu söylemekle yetinelim söz konusu yerlerde bugün veya yarın hâkim unsur değiştiğinde ilk önce yeni hâkim unsurun emrine girecek olan kitle de bunlardır.
Verilmek istenen mesaj sadece şudur “beni koruyamıyorsan benden uzak dur”. Tekrarlıyorum HDP’nin 7 Haziranla 1 Kasım arasında kaybettiği kitlenin verdiği mesajla bire bir örtüşen bir durumdur bu. Doğrusu mesajın yerine ulaştırılmadığını düşünüyorum. Yoksa 1 Kasım sonrası tablonun gereğinin yapılmaması gibi bugün de gereğinin yapılamayacağı kanaatindeyim. Mesajın ikinci kısmı ise hâkim otoriteye “ben onlardan değilim beni onlarla aynı kategoride değerlendirme” denilmesidir. Hâkim otorite ise bunu işine geldiği sürece dikkate alır ancak süreklilik taşıyacağını zannetmiyorum.
Bundan sonuç çıkarmak elbette PKK çizgisine kalmış bir durumdur. Şiddet eylemlerinin artıp artmayacağını da kestiremiyorum. Ama dünya Konjonktüründe dönen olaylar üzerinden dönüp baktığımda durumun değişebileceği kanaatini taşıyorum. Bir süre sonra şiddet ortamının müzakere ortamına dönüşebileceği varsayımına sahibim.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.