Tarihin sisli penceresinden bakarak günümüz koşullarının anlaşılması mümkün olmadığı gibi, bugünün de dünün geçerli koşullarını olduğu gibi yansıtmayacağını bilme zorunluluğu vardır. Dünün zihinsel şekillenişinde etkili olan koşulların bugün anlamını yitiren verilere dönüştüğü dikkate alınmalı ve içinde bulunulan koşullara göre düşünülmelidir. Dolayısıyla dün ve bugün, içinde bulunulan koşullara göre ele alınmalıdır. Dünü anlamak ve bu günü şekillendirmek için zorunlu olan şey, koşullara göre bakmaktır ki bu aynı zamanda geleceğin doğru veriler üzerinden yükseltilmesine de vesile olur.
İnsanın kendi dışındaki dünyaya ve kendi çevresine ilişkin oluşturduğu algının daha çok düşünsel dünyasını şekillendiren anlayışın çizdiği çerçeve etrafında şekillendiği bilinmektedir. İnsanın algılama dünyasının, içinde yetiştiği toplumsal çevrenin düşünsel özellikleriyle bezendiği aşikârdır. Ki İnsan bilimleri -psikoloji, sosyoloji, antropoloji gibi- bu konuda önemli veriler ortaya koymaktadırlar. Bu gerçekliği anlamak için kendi düşünsel dünyamızın nasıl şekillendiğine/şekillendirildiğine bakmak yeterli olsa gerek.
İnsanın bir şeyi anlamlandırma algısının kültürel aktarımdan etkileniyor olması onu çevresinin ürünü haline getirmektedir. Sosyal çevre, bireylerine kendi algısını benimseterek, onu olup bitene belli noktalardan bakmaya zorlamaktadır. Yani toplumsal çevre, bireyleri için hazırlanmış şemalar -zihinsel anlamlandırma- oluşturup onları biçimlendirmektedir. Çünkü toplumsal çevrenin bireyden istediği şey, onu ehlileştirmek için oluşturulan şemalarla zihinsel dünyasını biçimlendirmesidir.
******
Konuya \'Kürdlerin zihin dünyalarının şekillendirildiği çevreler\' açısından bakacağız. Türkiye\'de ister İslamcı algıya sahip şemalarla yetişmiş olsun isterse solcu dünya algısına sahip şemalarla yetişmiş olsun, Kürdlerin tümü için yukarıda ifade edilenler geçerlidir.
Bu ülkede Kürt olmak \'arada kalmak\'la eşdeğer hale getirilmiştir. Kürd nereye ve kime ait olduğunu haykırmak istediğinde hemencecik onu yaftalamak için her iki kesimden hazır kıta bekleyen bir kitle ile karşı karşıya kalır. Bunun sonucu olarak Kürd, taraf seçmeye zorlanılmayla karşı karşıya kalma durumuna itilir. Oysa bunu yapmadan da Kürdün kendisine ait zihinsel şemalarla kendisini ortaya koyma hakkına sahip olduğunu görmek zorundayız. Dolayısıyla hangi dünya algısına sahip olursa olsun, öncelikle Kürd olduğu bilincine varması, onu o dünya algısının dışına çıkarmayacağı gerçekliğini de görmek gerekir. Ancak karşı karşıya kaldığı yaftalamaya hazır kıta ona, ilk önceliğinin \'şekillendirildiği dünya algısı\' olduğunu hatırlatmaktadır. Eğer Kürdler, söz konusu dünya algılarını kendi varlık algılarının arkasına almayı başarırlarsa kendi özleriyle yüzleşme gerçekliğini yakalama imkânı bulurlar.
******
Tekçi Ulus Devlet formatına uygun eğitim basamaklarıyla veya içinde bulunulan İslamcı algıya sahip çevre tarafından şekillendirilen Kürdler, kendi varlığına dönmeyi milliyetçilik olarak algılamaktadırlar. Bu algı onları kendi varlık gerçekliğinden uzaklaştırırken şekillendirildikleri zihinsel dünyaya sıkı sıkıya sarılma durumuna zorlamaktadırlar. Bu durum ise sarıldıkları şeyin İslam olmadığı ve \'bir kavmin kendi egemenliğini pekiştirme aracına dönüştürülen düşünce\' olduğunu görme imkânını ellerinden almaktadır. Çünkü kendi tarihsel geçmişlerinde yer alan İslam algısının da bu olduğu kanaatine artık sahip olmuşlardır. Geçmişe ait koşulların doğurduğu birliktelik zorunluluğunu veya hizmeti –ki varsa-, bugünkü ulus devlete mal etmekte olduğunun bilincinde olmadan düşünmeye zorlandığının farkında değildirler.
TC’nde Kürdlerin İslamcı algıyla yetişenlerinden bazıları zamanla kendi varlıklarının farkına vardıklarında, \"KÜRDİSTAN\" dedikleri için \'ÜMMET bölücüsü\' olmakla suçlandılar. Ama Misak-ı Milliaşkına gark olup ÜMMET diyenler ise \'mücahit\' safına sokuldular. Birinci gruptakiler, \'haram olana tevessül edenler\' olarak lanse edildiler. İkinci gruptakiler ise \'İslam’ın yılmaz bekçileri\' olarak adlandırılıp diğerlerinin önüne -sahabe timsali - konuldular.
Acaba Ümmetçi (Osmanlı/Türk sever) Kürd kardeşlerimiz son süreçte ne haldeler? Bilinmelidir ki, bu kelimeyi devletin tozlu raflarından indirip onların zihinlerinde yer edinmesinde çabası olanlar bundan sonra iflah olamazlar. Çünkü insanın inanç alanını belirleme gücü iradi olmasına rağmen bir millete aidiyeti ise iradi değildir. \'İnsanın değiştirme ve iradesiyle belirleme gücüne sahip olmadığı\' ontolojik gerçekliği görmezden geldikleri için Sünnettullah’a savaş açtıklarının farkında değiller. Sünnettulah’ı görmeyen bir kavmin iflah olması da elbette mümkün değildir.
Tıpkı bizim (Kürdistan’a yüzünü dönenlerin) de artık iflah olamayacağımızı düşünmeleri gibi. Bize \'din dairesine geri dönme\' davetinde bulunmalarının gerçek niyetleri, \'ümmet olarak lanse etmeye çalıştıkları ulus devletin sınırlarını koruma\' hezeyanlarından başka bir şey değildir. Eğer bu çağrılarında samimi iseler, biz aramızda Allah’ın Kitabı\'nın hakem olmasını önermekten başka bir şey istemiyoruz. Allah’ın Kitabı Hak, Hukuk ve Adalet ölçüleriyle hakem olarak kabulümüzdür. Aslında, var olan koşullar üzerinden kendi ulus devletlerini ümmetin kurtarıcısı olarak görüp bizden itaat istemelerinin Allah’ın Kitabı\'nda yer alan Hak, Hukuk ve Adalet’le bağdaşmadığını elbette onlar da bilmektedirler. Çünkü onlar da, ümmet bilincinin bir milletin varlığını inkâr etmediğini aksine onun görünür olması gerektiğini de Allah Resulü\'nün Selmanî Farisi, Bilalî Habeşi ve Süheylî Rumi gibi tanımlamalarını kullanmasının ne anlama geldiğini de elbette bilmektedirler.
******
Ulus Devlet formatıyla oluşturulan TC’de İslamcıların, Kürt ve Kürdistan sorununu doğru algılayıp bu çerçevede bir bakış oluşturdukları kanaatine sahip değilim. Zihinsel olarak orada yer aldığım süre içerisinde bunu hem müşahede etmişim hem de kırıntı biçiminde olsa da ifade etmeye çalıştığımda verilen tepki üzerinden gözlemişim. Onların olup biteni anlamlandırma mantalitelerinin, İslam’ın çizdiği\'en yakınından uyarmaya başla\' ilkesini \'en uzakta olana odaklan\' biçiminde anlayarak oluştuğu görülmektedir. Yani algılamaları \'en yakın olana değil uzak olana odaklanarak çalışma\' prensibine göredir. Çünkü \'yakın olan\' her zaman ve her halükarda bedel ister. Oysa onlar, o bedeli ödememek için, öyle bir zorunlulukla karşılaşmayacakları İslam diyarlarına yönelmeyi doğru buldular. Çünkü onları –ulus devlet sınırları dışında olan- kendi ulus devletleri içinde gündemleştirmeleri hem daha rahat hem daha kolaydı.
\'Kürd ve Kürdistan sorunu\' kendilerine ait olan ulus devleti doğrudan ilgilendiren bir durum olduğu için, onu görmezlikten gelerek rejimleriyle çatışma içerisine girmekten imtina etmektedirler. Ama İslam dünyasındaki her hangi bir soruna odaklanmaları bir sorun oluşturmadığı gibi rejimleri açısından da sorun oluşturmaz. Bu nedenle onu kolaylıkla dillerine dolamaktadırlar. İsterseniz örnek olarak 2005’lere kadar Çeçenistan sorununu açıktan konuşmalarına ve onları il il Çeçenleri dolaştırarak propaganda yürütmelerine bakın. Ancak Rusya’nın karşılık olarak PKK’yi destekleyebileceğini ima etmesi üzerine bundan imtina etmeye başlama gerekçelerine bakmak yeterli olsa gerek. Tam bu noktadan olaya bakınca ne demek istenildiği açıkça ortaya çıkmaktadır.
İşte bu nedenle TC İslamcıları, farkında oldukları ama bir türlü kendilerine bile itiraf edemedikleri\'Kürtler üzerindeki zulmü görmezden gelme\'nin oluşturduğu baskıyı azaltmak adına, duygularını tatmin etmek için \'\'Cihad romantizmi\'\' çerçevesinde Çeçenistan, Afganistan, Doğu Türkistan, Bosna, Irak, Filistin, Gazze vb. yerlere bakmayı her zaman daha ehven gördüler.
******
TC’nde insanlar, bir olayı veya konuyu irdelerken kendi mahalli ve algı dünyalarının mutlak esiri haline gelmektedirler. Olup bitene anlam yüklerken onu kendi algılama biçimine uygun argümanlarla ortaya koyma gayretkeşliği içinde oldukları, iz\'an sahibi her insan tarafından kolaylıkla görülebilir. Kendi mahallelerinden olan bir duruma ilişkin yanlı tutumlarını hemencecik belirtme ve ortaya koyma gayreti aşikâr bir biçimde meydana çıkıverir.
Anadolu topraklarında yaşayan Müslümanlar elbette Cumhuriyet buldozerleri altında inim inim inlemişlerdir. Fakat Anadolulu Kürt Müslümanlar bu zulmü daha katmerli yaşadılar. Türkiye İslamcıları ikincisini hiçbir zaman kendilerine dert etmediler. Zaten böyle bir dertleri olmamalıydı. Çünkü şekilendirildikleri algıları paramparça edilmiş Osmanlı mirasçısı olan Anadolu -TC ulus devleti- bir de bu tür bir tefrikayı kaldıracak durumda değildi. Ön plana çıkarılan bu algı ile Kürtlere, \'sakın ha böyle bir davranışa girişmeyin\' denilerek bunun \'Ümmeti, İslam’ı bölme\' ile eşdeğer olduğu inancı yerleştirilme gayreti gösterdiler/göstermektedirler.
İslamcıların Türkiye Cumhuriyeti sokaklarına bakmaları aslında yöneldikleri \'cihat romantizmi\' için yeterlidir. Buradan Kürtlerin Müslüman bir halk olduğu gerçeğiyle yüzleşecekleri ve İslam coğrafyasındaki mazlum milletlerden zerre kadar farkları olmadığını göreceklerdir. Bu gerçeklik onlar için hep zor olmuştur ve bunu kabullenmek de bir bölücülük unsuru olarak algılatılmıştır. İslamcılar eğer imanlarında samimi iseler, \'\'Müminler birbirinin kardeşidir,\'\' ahdini Kürtler söz konusu olunca da unutmamaları ve her yerde, her zeminde mazlumun yanında olunması gerektiğini bilmek zorundadırlar.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.