Bir toplumun varlığını gerçekleştirme sorunu yaşaması, içine sürüklendiği toplumsal bunalımlardan da kurtulmaya çalıştığının göstergesidir. Toplumsal bunalımın varlığı o toplumun aidiyet sorunu ile karşı karşıya kaldığına dair veridir. Toplumun varlıksal anlamda aidiyet hissettiği temel değerlerinden kopuş yaşanması, kendisine dayatılan yeni duruma uyum sağlayamadığının bariz göstergesi olup eski değerlerini aramaya koyulmasına yol açan bir arayıştır.
Ki bu durum toplumun afallamasına yol açarak aslına ait dayanakların aranmasına neden olur. Temel sebep yeni değerlerin eski değerlerin yerini dolduramaması ve toplumsal yapıyı oluşturan dinamiklerin aslı görevini yerine getirmede zafiyet yaşamasıdır.
Aidiyet duygusunun dayandığı temel değerlere uygun toplum tasavvurunu gerçekleştirmek için 100 yıl öncesinde Mele Selim Dimili ile başlayıp 90 yıl önce Şeyh Said ile devam eden direnme ve diriliş sevdasının üst seviyede olduğu insanların yaşadığı Bingöl üzerinde konuşmak gerekiyor.
Araf’taki kentin arayışı
Bingöl günümüzde toplumsal varlığını bugüne taşıyan değerler açısından kıskaca alınmış nereye ve neye ait olduğunu kestiremeyen insanların çoğunlukta olduğu bir kent görünümünde. Dinsel duygu ile Kürd/Kırd kimliği arasında sıkışmış olarak, arafta kalmış kent görüntüsü vermektedir. Bir tarafta İslamcı iktidarın geliştirdiği söylemlerin etkisi altında iken diğer taraftan Kürd hareketinin geliştirdiği rüzgârın etkisi altındadır. Ancak kendisini her iki akımın da söylemlerine tam olarak ait hissetmemektedir. Uygun zemin ve koşullar oluştuğunda her iki akımdan da farklı istemlere sahip olduğunu deklere edecek veriler ortaya koymaktadır.
Türkiye’de 1950 sonrasında gelişen muhafazakâr iktidarlar nedeniyle Bingöl sistem muhalifliğini sanki bir kenara bırakmış görüntüsü vermekteydi. Ancak 1982 anayasa oylaması dikkate alındığında bu muhalif damarın aslında geçen otuz yıllık sürede yok olmadığını açık biçimde ortaya koydu. Şeyh Said Kıyamı ve sonrasında yaşananlar toplumda bir suskunluğa yol açmış olsa da 1982 anayasa oylaması uygun koşul ve zeminde Bingöl’ün asıl mecrasına doğru kaymaya başlayabileceğini gösteren önemli bir veridir.
Bingöl’ün beslendiği bu mecra, temellerini medrese ve tekkelerden alan alt yapıya sahiptir. Ki bu yapı Bingöl’de toplumsal meşruiyetin ana kaynağını oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu ana kaynaktan neşet etmeyen her anlayış geçici bir heves gibi varlık kazanıp sonradan yok olmaya mahkûm olmaktadır. Günümüzde gelişim seyri gösteren selefi akımları da bu çerçevede görmek gerektiği kanaatindeyim. Bingöl toplumu eğer oluşan yeni durum ile baş edemeyeceğini öngörüyorsa geçici suskunluğu devreye sokmaktadır.
Suskunluğun gerekçeleri
İTC’nin Osmanlı’da iktidarı devr alması ile toplumsal yapılanmada yeni anlayışların devreye sokularak yeni bir yapılanmanın yaşanacağı ilk kez Bingöllü Mele Selimî Dimili tarafından fark edilmiştir. Bitlis’te gerçekleştirdiği başkaldırı ile Bingöl’ün var olan toplumsal muhaliflik damarını sergilemiştir. Bu başkaldırı her ne kadar amaçlanana ulaşmamışsa da yavaş yavaş Kürdistan Medrese ve tekkelerinde gelmekte olan tehlikenin ne olduğuna yönelik fikirlerin ifade edilmesine yol açmıştır. Ki hem bu dönemde hem de Cumhuriyetin ilanı sonrasında Bingöl çevresinde yaşanan direnişler bize bu ruha ait alt yapının dayanaksal varlığını göstermektedir.
Bingöl ve çevresinde gerçekleşen başkaldırılar Osmanlı ve Cumhuriyet rejimleri tarafından bastırılınca toplumsal alanda bir suskunluk döneminin yaşandığına dair yüzlerce veri ortaya koymak mümkündür. Kemalist sistemin gerçekleştirdiği zulüm altında inleyen Bingöl halkı, medreseleri ve şeyhleri toplumsal dokunun korunması amacıyla o dönemde susmayı tercih ettiler. Zulmün doğurduğu bu suskunluğun temel amacı varlıksal değerlerin korunması için siyasal içerikli konulardan uzak durmayı da beraberinde getirmiştir.
Bingöl’ün suskunluğa bürünmesi toplumun siyasal konuları belki de bir zorunluluk gereği geri plana itmesine yol açtı. Medrese ve şeyhlerin denetimindeki tekkeler toplumsal denetimi sağlama amacıyla bu tür tartışmaların dışında kalmayı denediler. Ama toplumsal denetimi sağlamak için de geleneksel değerlerin dayandığı fıkıh anlayışla toplumu denetleme yoluna başvurdular. Ki 1980’lere kadar toplumsal çatışmalarda ve sorunlarda uzlaşı için başvurulan tek merciinin medrese şeriatı olması bunun açık delilidir. Mollalar ve şeyhler toplumsal dokunun bozulmaması için siyasal konularda susmayı tercih ederken, fıkhi bakışa dayalı toplumsal doku oluşturmak zorunda kaldılar.
Bu konuda mikro örnek olmasına rağmen 1927 yılında yakılan ve medrese geleneğinin yüzyıllarca devam ettiği Guew köyüne bakmak lazım.
“Köy 1927 yılında karşılaştığı katliam sonrasında devlet sistemine ait olan yapılarla ilişkilerini keserek içe kapanma olarak tanımlanabilen bir tutum ve tavır biçimi geliştirilmiştir. Bu içe kapanma süreç içerisin de sistemin içinde gelişen legal nitelik taşıyan düşünce ve hareketlere taraf olması suskunluğunu anlama açısından önemlidir. Ki yeni tutum, resmi devlet statükosuna karşıtlık barındıran bir anlayış biçiminde kendisini dışa vurmuştur.
Köyün Cumhuriyet dönemine ait siyasal tercihleri incelendiğinde tek parti (CHP) zorbalık dönemi hariç nispeten irade beyanını ortaya koyabildikleri seçimlerde tamamıyla statükonun belirlediği anlayışın tam zıddını ifade eden veriler sergiledikleri rahatlıkla belirlenebilir. 1950 DP ile başlayan bu süreç, YTP, AP, MNP, MSP, ANAP, RP ve AKP çizgisi şeklinde seyir izlemesi suskunluğun yeri geldiğinde nereye ve nasıl kanalize olduğunu açıklamaktadır.
Bu veriler dikkatlice incelendiğinde resmi anlayışı benimseyen totaliter ve militarist yapının hiçbir zaman diliminde köy tarafından benimsenmediğini gösterir. Siyasi tercihlere bakıldığında ise köyün tercihi, İnancı ve dini değerleri önemseyen partilerden yana olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Bu statükonun her şeye rağmen bölgede yer edinemediğinin açık göstergesidir. Dolayısıyla bu mikro örneğin Bingöl üzerinde makro düzey de okunması bakışın neye ait olduğuna dair verilerin neler olacağını barındırmaktadır.”1
Siyasallaşma için aranan meşruiyet
Toplum yaşamı dinamiklik taşıdığından suskunluğun oluştuğu siyasal konularda boşluğu doldurmaya çalışan yeni arayışların olması doğaldır. Ki Bingöl toplumunda 1950 sonrasına ait siyasal işaretler yavaş yavaş belirlenmeye başlayınca yönelim şeklinin ne olacağını açığa çıkardı. Siyasal alana bigâne kalarak toplumsal sorunları fıkhî çerçeve içerisinde çözmeye çalışan medrese ve tekkeler aslında devlet egemenliğinin, toplumsal yapının korunması açısından kendilerine ayak bağı olmamasını amaçlamaktaydılar. Buna rağmen siyasal alanla buluşma zorunluluğu toplumsal meşruiyet için medreseleri başvurulacak tek mercii durumuna yükseltti.
Aslında devlet egemenliğinin, bu yapıların siyasal alana tevessül etmelerine hiçbir şekilde tahammülü yok idi. Ki CHP tek parti yönetimleri bu yapıların kesinlikle siyasal alana yönelmelerine izin vermeyen bir anlayışı öncelemişti. Ancak 1950 sonrasında gelişen koşullardan dolayı DP’nin iktidara geldi ve toplumsal denetimi sağlamak amacıyla medrese ve tekkelerin oluşturduğu yapılara ihtiyaç duydu. Devletin egemenliğini pekiştirmek ve onu halk nezdinde meşrulaştırmak isteyen DP bu yapıları siyasal alana çekerek meşruiyetini sağlama amacı güdüyordu.
“Çok partili hayata geçilen 1946 Genel Seçimleriyle birlikte siyasi partilerin algıları Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde toplandı. Bilhassa siyasal aktörler, oy deposu olarak gördükleri aşiret reisi-şeyh melle gibi bireyleri, siyasal sosyalleşme yöntemi olarak kullanılan polifikasyon sayesinde siyaset arenasına çekmeyi başardılar. Bu güdüyü başarılı bir şekilde kullanan Demokrat Parti, 1950-1960 yılları arasında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde birinci parti olmayı başardı” 2
Ancak siyasal alana çekilmeye çalışılan bu yapılardan medreseler, buna pek istekli davranmadılar. Ama ağalıktan gelen eşraf ** ise bunu kendileri için bulunmaz bir nimet olarak algıladı. Dolayısıyla yeni siyasal tutum için medreselerin birer meşruiyet aracı olarak kullanılması ihtiyacı hâsıl oldu. Çünkü toplum nezdinde militarizmin temsilcisi olan devletle girişilen ilişki için fıkhî dayanak olmazsa olmaz şarttı. Böylece temelini medrese ve tekelere dayandıran bu arayış ister istemez siyasal alanla buluşmanın zorunlu sonuçları ile karşılaştı.
1960’a kadar Bingöl Şeyhleri 1925 ve 1927 yaşanan travmalar nedeniyle siyasal alanla pek ilgili olma hevesinde olmadılar. Ancak 1960 sonrasında bu alanda artık şeyhlerinde var olduğunu görmekteyiz.3 1957 seçimlerinde Abdulmelik Fırat’ın Şeyh Said ailesinden mebus olması Bingöl çevresindeki Şeyh ailelerinin bu durumu kendileri açısından bir meşruiyet aracı kabul edip 60 darbesi sonrasında bu siyasal alana yönelmelerinde etkili olmuştur.4
Medreseler, şeyh ve ağalıktan gelen eşrafın aksine 1980’lere kadar siyasal alanla doğrudan bir temas içine girmekten imtina ettiler. Ancak benimsenen siyasal tutumun fıkhî dayanakları içinde başvurulan tek merci olma niteliğini korudular. Ki oy verme davranışı ile dinsel sorumluluk arasındaki bağın ne olduğu konusunda da otorite olarak kabul edildiler.5
Muhafazakâr Siyasetle buluşma
DP iktidarını sağlamlaştırmak ve kendisine toplumsal dayanaklar bulma amacıyla Türkiye’de olduğu gibi Bingöl’de de öncelikle toplum içinde kabul gören eşrafa yöneldi. Ki bu kesim Cumhuriyet’in getirdiği Kemalist sistemi kabul etmeyeceğini Şeyh Said kıyamına verdikleri destekle deklere etmişti. Şimdi ise DP üzerinden Kemalist sistemden rövanş alacakları düşüncesiyle dört elle bu siyasal anlayışa sarılma zorunluluğu hissetiler. Böylece Bingöl’ün sistem muhalifliğinden kaynaklanan duruşu ve gerçekleşen züllümden tevarüs eden suskunluğu sistemle buluşturuldu.
Bu dönem de gizli bir biçimde sisteme entegre edilmeye çalışılan Bingöl eşrafı ve şeylerine sanki şu deniliyordu. “Bakın dedelerinizin mezarları burada, ister duruşunuzu devam ettirin, o zaman aynı akıbetle karşılaşırsınız. İsterseniz size açtığımız meclis yolunda bizimle beraber yürüyün, o zaman da size sunduğumuz nimetlerden faydalanırsınız”. Siyaset teklifi alan eşraf ve şeyhler doğal olarak toplumsal meşruiyet kazanmak için medreselerden icazet almak zorundaydılar. Böylece Bingöl’ün dine yatkın muhafazakâr kimliği siyasi alana çekiliyordu.
“Mustafa Muğlalı’nın emri ile gerçekleşen 33 Kurşun Katliamı, 1943 yılının Temmuz’unda Van\'ın Özalp ilçesinde 33 kişinin hayvan kaçakçılığı iddiasıyla 3.Ordu komutanının emriyle yargısız olarak kurşuna dizilmeleri ve 32\'sinin ölerek birinin kaçması ile sonuçlanan olayın DP iktidarının birinci döneminde yargıya taşınması Kürd kamuoyu açısından önemli bir gelişme olarak kabul edilmişti. Bu olay nedeniyle Kürd Şeyh, eşraf ve medreseleri Kürd propagandası çerçevesinde DP’ye gizli biçimde oy istemelerine yol açmıştı”.6
Bu yargılanma üzerinden ümitlenen Kürdler bazı kazanımlar elde edecekleri düşüncesine kapıldılar. Ancak DP’nin sistem içi bir muhalefet olduğunu gözden kaçırmaktaydılar. Bu olay diğer Kürdistan illeri gibi Bingöl’un suskun Kürd damarında da etkili oldu. 1925 ve 1927 Katliamlarını hala an gibi hatırlayan Bingöl Kürdleri de DP üzerinden kazanımlar elde edecekleri vehmine kapıldılar. Bu çerçeve de DP için halktan oy istemekten de imtina etmediler.
1960 darbesinde alt edilen DP ile aslında umutlanan Bingöl muhalifliği bir kez daha susmak zorunda kaldı. Ancak YTP ve AP üzerinden girişim devam edince bu kez eşrafla birlikte şeyhlerde sahne almak durumunda kaldı. Fakat AP çizgisini beğenmeyenler veya yer bulamayanlar ise bu dönemde CKMP (MHP) veya MNP (MSP) ile yola devam etme kararı aldılar. AP, MHP ve MSP üzerinden Bingöl’de dine yatkın muhafazakârlık medreselerden alınan destekle toplumsal tabanda yayılmaya çalışıldı. Bu girişimler ise özelde Bingöl toplumunun Türk İslam sentezci anlayışlarla buluşmasına sebebiyet verdi.
İlk elde istenilen etki yaratıldı ve AP, MSP ve MHP tabanları Bingöl’de oluşmaya başlandı. Gerçi MHP anlayışı toplumun kadim değer yargılarıyla çelişkiler taşıdığından gençler arasında yaygınlaşırken orta yaşta karşılık bulamadı. Ama MSP anlayışının dinle dokunmuş İslamcılığı hem medreseler hem de orta ve yaşlı kuşak arasında önemli oranda karşılık buldu. AP anlayışı ise daha çok sistem rantlarından yararlanma düşüncesinde olan kesimlerde karşılık buldu.
Kürd ve Kürdistan sorununa ilgi
Bu anlayışlar gelişirken elbette Bingöl’ün kadim damarını oluşturan muhaliflik özellikle medreseler üzerinden kulaklarını 1958 yılında Başur Kürdistan’ına dönen Mola Mustafa Barzani mücadelesine kabartmıştı. Bingöl’ün 1925 ve 27’den kaynaklı suskunluğu bir nebze de olsa harekete geçti. Ancak o dönem dünyadaki konjonktürel gelişmeler Barzani hareketini zorunlu biçimde Rusya çizgisiyle anılmasına yol açınca Bingöl’ün muhalif dindar kimliği zihinsel olarak yaşanan bu durumu çözemedi. Barzani hareketinin Rusya ile anılması durumunu çelişki olarak algıladı.
Dolasıyla Barzani mücadelesine sıcak bakan Bingöl medrese molalarının toplumda solculukla yaftalanmalarına yol açtı. Ki bu dönemde Türkiye’de de Kürd meselesine solun daha ilgili olması da bunda etkili olmuştur. Bu iki durum ise Kürd ulusal bilinç ve talebinin nispeten Bingöl dindarlığında gerekli karşılığı bulamamasına neden oldu. Ancak bu olumsuzluğa rağmen KDP çizgisi medrese molaları aracılığıyla Bingöl’de kısmi anlamda bir taban buldu. Ki bu dönemde Rojava sürgünlerinin geri dönüşü de bu fikrin gelişmesinde etkili olmuştur.
Buna rağmen medrese mollalarının bir kısmı yine de sol kültür üzerinden gelişen Kürd ve Kürdistan sorununa ilgi duyan gençlerle ilişki içerisine girdi. Ancak bu gençlerin kadim Kürd medreselerinin anlayışıyla yoğrulmuş dini değerler yerine, sol değerlerle bezenmiş anlayışlarla soruna yaklaşmaları, Kürd ve Kürdistan sorunu istenilen düzeyde toplumda revaç bulamadı. Soruna ilgi duyan mollalar da zorunlu olarak oluşan toplumsal baskı nedeniyle bir başka suskunluk içine girdiler. Bu sebepler Bingöl molalarını Kürd ulusal bilincinden kopartarak zorunlu biçimde MSP çizgisindeki Türk İslamcılığının (ümmetçiliğinin) kucağına itilmesine yol açtı.
MSP üzerinden Selefi anlayışın gelişmesi
Bingöl’ün arafta kalan ve bugüne yansıyan verilere ait izler yukarıdaki gelişmeler üzerinden sürülürse sebepler zincirini daha iyi anlama imkânı elde edilir. Kürd ve Kürdistan sorununa Mola Mustafa Barzani üzerinden ilgi duyan medreseler özelikle YTP, AP, MSP ve MHP çizgisini benimseyenler tarafından sol ve solculukla yaftalanınca toplumsal zeminde çıkış bulamayan medreseler ve mollaların bir kısmı yeniden kabuğuna çekilmek zorunda kaldı.
MSP çizgisinin düşünsel alt yapısını oluşturan Osmanlıcı ümmet anlayışı Bingöl’ün suskun dindar kimliği ile nispeten uyum sağladı. Milli görüş şeklinde förmülüze edilen bu anlayış içeride rejimle sorun oluşturan Kürd ve Kürdistan sorununu görmezden gelerek Bingöl’ün muhaliflik taşıyan damarını İslam coğrafyasının uzak noktalarına odakladı. Bu odaklanma ilerleyen süreçte Kürd ve Kürdistan sorununa bigâne kalmanın temel sebebi olarak görülmelidir.
1979 da gerçekleşen İran devrimi ve Afganistan’ın Rusya tarafından işgal edilmesi Milli Görüş çizgisi ile buluşan okumuş gençlerin ilgisini çekti. Tam da bu dönemde Türkiye’de oluşan cihadist anlayış Bingöl’de de karşılık buldu. Bu karşılık nedeniyle gençler arasında yeni cihadist idoller oluşturmaya başladı. Ki bunlar üzerinden dışarıdan akın etmeye başlayan tercümelere dayalı anlayışlar medrese mollalarını hedef alarak varlık kazanma çabasına girişti. Dolayısıyla geleneksel medrese mollalarının itibarını toplum nezdinde sarsan bir akıma dönüştü.
Yine siyasal İslamcılık üzerinden okuyan gençlikte oluşan algı beraberinde tekfirci bir mantık üretti. Bu mantık temelini küfür sistemine karşı suskunluğu hedef aldığı için doğal olarak Bingöl’ün suskun medrese mollalarını da hedef seçti. Ki El Ezher’de okuyan birçok kişi bu anlayışın yerleşmesinde etkili oldu. Yine okullaşma nedeniyle medreselerin yerini, yavaş yavaş İmam hatip okullarının yer alması da gözden kaçırılmamalı. Günümüzde yerleşen selefi akımların beslenme damarını da bu anlayışa dayalı bakış oluşturmaktadır.
Sistemle entegrasyon
Bingöl’ün tarihsel kökenden gelen muhalif duruşu 1982 anayasa oylamasında açık biçimde kendisini belli etti. Evren’in ortaya çıkan sonuç üzerinde, medrese mollalarının etkisi olduğunu görmesi ve kendi köylerinde imamlık yapan bu mollaları sürgüne göndermesi toplumsal dokuya devletin müdahalesi biçimde algılanmalıdır. Bu dönemde ANAP çizgisini kendi muhalifliğiyle uyumlu bulan Bingöl sisteme olan muhalifliğini ANAP üzerinden gerçekleştirmeye çalıştı. Ancak siyaset yasağının kalkması ve MSP çizgisinin Refah Partisi ile devam kararı alması nerede kalmıştık gibi bir duygu ile yönelimi tekrar buraya kanalize etmeye başladı.
Toplumsal dokuya müdahaleler ANAP dönemindeki okullaşma oranının artırılmasıyla sonraki dönem için ön ayak durumundaydı. Okullaşmanın artması medreselere olan ilginin de azalması anlamına geliyordu. Dolayısıyla toplum nezdinde imajı olan medreselerin yerini kısa zamanda sistemin okulları almaya başladı. O döneme kadar köylerde konuşulmayan Türkçe yavaş yavaş yerleşmeye başladı ve yeni nesil ile önceki kuşaklar arasında dil farklılığı oluşmaya başladı. Bu durum toplumsal yapının dayandığı temel dinamikleri ortadan kaldırma olarak algılanmalıdır.
Entegrasyonda RP ve Ak Parti etkisi
Bu dönemde medreseler yerine ikame edilen okullarda okumak isteyenlerin önceliği, İmam Hatip okullarıydı. Ki bu okullarda verilen Türk İslam sentezine dayalı din anlayışı RP çizgisiyle birleşince geleneksel medrese anlayışına darbe olarak gelişti. 90’ların hengâmesinde RP’nin özgürlükçü çizgisi de toplumu cezp eden bir veriydi. Bunlar kısmi de olsa toplumsal yapının sistemle entegrasyonunu sağlayan veriler olarak görülmelidir.
Erbakan çizgisinin Osmanlıcı yayılmayı temel alan anlayışı, dinsel verilerle bezenince Bingöl’ün genç kuşaklarında heyecan yarattı. Bu heyecan aynı zamanda köylülükten gelen okumuş genç kuşağın siyasete ilgi duymasına da yol açtı. O zamana kadar Eşraf ve Şeyhlerle siyaset yaparak toplumu dizayn etmeyi düşünen Milli görüş çizgisi, alttan gelen okumuş gençlerin baskısına uğradı ve bu gençlere siyaset yolunu açmaya yönelmek durumunda kaldı. Ancak açılan yol istenilen düzeyde değildi. AKP ile bu yol nispeten daha açık hale getirildi.
AKP’nin devreye girmesi Bingöl’ün dindar damarında yeni umutlanmalara yol açtı. Fakat tıpkı 60 ve 70’lerde AP üzerinden sistemin rantlarından yararlanmak isteyenlerin öne çıkması gibi, AKP üzerinden de bu rantlara konulmak isteyenlerin öne çıktığına şahit olduk. Buna rağmen AKP’nin Osmanlıcı ümmet anlayışını yayma girişimi dindar Bingöl Kimliğinde önemli bir karşılık buldu. Ki bu dönem öncesinde ortaya çıkan Bosna ve devam eden Çeçenistan sorunu dindar gençlerin ilgi odaklarına Cihadist anlayışların daha keskin biçimde yerleşmesine vesile oldu.
AKP bu duyguyu ilk döneminde iyi kullandı ve bunun üzerine bina etmeye çalıştığı Osmanlıcı ümmet anlayışına uygun veriler geliştirdi. Özellikle İsrail ile girdiği polemiklerde, bunu halk nezdine indirerek Bingöl dindarlığında karşılık buldu. 90’lardan beri gelişen cihadist anlayışın ürettiği idoller Bingöl’de selefi akımlarında taban bulmasına yardımcı oldu.
AKP, sisteme entegre etmeye çalıştığı Bingöl dindarlığını, devletin uzun zamandır kaşıdığı Zazacılık üzerinden kurmanın yollarını aradı. 12/12/2012 de Bingöl üniversitesinde yaptığı açıklama ile Milli eğitim bakanı Ömer Dinçer aracılığıyla bu konuda taraf olduğunu açık biçimde sergilemiş oldu.
Kürd Hareketlerinin Halk ile buluşamaması
1960’lardan sonra Türk solu içinde gelişen Kürd ve Kürdistan sorununa yeni ilgi Bingöl gençliğinde karşılık buldu. Özelikle Said Elçi gibi bir figürün ortaya çıkması Barzani eksenli KDP mantığına yatkın bir anlayışı filizlendirdi. 1925 ruhunu temsil eden ailelerden gelen gençlerin önemli kesimi evlerindeki sohbetlerin etkisiyle bu akıma yakın durdu. Ancak sol rüzgârın etkisinde kalmaları çizginin halkla buluşmasının önünde önemli bir engel oluşturmaktaydı.
Bingöl’ün dindar muhafazakâr kimliği sol eksenli Kürd ve Kürdistan sorununa gereken ilgiyi ise göstermekten çekindi. Yukarıda gerekçelendirdiğimiz Barzani hareketine, içten içe destek vermelerine rağmen Rusya nedeniyle açıktan destek ifadesi medrese mollalarından gelmeyince sol düşünce ile bezenmiş Kürd gençlerinin ayazda kalmalarına neden oldu.
Bu koşullara rağmen Kürd hareketleri içerisinde Bingöl kökenli önemli simaların yer alarak mücadeleye omuz vermeleri 1925 ruhunun etkisiyle anlaşılabilir. Fakat 1980 sonrasında önemli bir atak geliştiren PKK hareketi ideolojik bakışı nedeniyle 1925 ruhuna vurgu yerine Marxsit Leninist anlayış önceleyince Bingöl halkının Kürd hareketine karşı mesafeli duruşu ortaya çıktı.
Aslında Kürd damarından hiçbir dönemde vazgeçmeyen Bingöl temel değerleriyle uzlaşmayan Kürd hareketlerine yakın durmayı içine sindiremedi. Bu nedenle Kürd hareketi içerisinde Bingöl halkına yönelik geliştirilen ötekileştirici bakışta bunda önemli etkiye sahip olmuştur.
Sonuç/ Değerlendirme
Bingöl, dindar muhafazakar kimlikle AKP’nin devlete entegrasyonu amaçlayan bakışı ile Kürd siyasi hareketinin sol jargonlu bakışı arasında tercihe zorlanmaktadır. İlk rauntları AKP almasına rağmen son seçimde görülen ise kadim değerlerinde var olan Kürdi duyguya yönelimin öne çıktığı şeklindedir. Eğer Kürd hareketi toplum dinamiklerine uygun bir dil geliştirirse, gündemde olan selefi akımların toplum nezdinde kabul görmemesine de etki edecektir. Bu anlamda asıl iş Kürd hareketinin Bingöl söylemi ve Zazaki’ye yaklaşımın da belirleyici olacaktır.
………………..
1 - Bilinmeyen Roboskê Guêw... Tahlil Yusuf Ziya Döger Makale
2 - 1950-1960 yılları arasında gerçekleşen genel seçimlerin doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesi açısından değerlendirilmesi* Ahmet İlyas**
** 1950 seçimlerinde DP’nin 1, CHP 1 milletvekili çıkardığı Bingöl’de ise, 1950 Genel Seçimlerine göre; CHP listesinde yer alan Feridun Fikri Düşünsel Bey, İstanbul doğumlu olup aslen Dersimlidir. DP’nin adayı olan Mustafa Nuri Okçuoğlu Bingöl’ün Kığı İlçesi’nin önemli aşiretleri arasında yer alan Şadili Aşireti’ne mensuptur. Üç dönem milletvekilliği yapmıştır.
*** 1954 ve 1957 seçimlerinde DP’den Bingöl Milletvekilli olan Mehmet Sait Göker, Yegki Aşireti Reisi olup Genç doğumludur.
**** 1954 ve 1957 seçimlerinde DP’den Bingöl Milletvekilli olan Ekrem Yıldız Bingöl doğumlu olup hem ağa ailesindendir hem de bürokrasiden gelmedir.
3 – Mehmet sıdık Aydar ve Mehmet Bilgin gibi.
4 – 1950 seçimlerinde Kürdistan illerin Şeyh ailesine mensup milletvekili seçilen tek kişi Şeyh Selahattin İnan olup CHP listesindendir. 1954 seçimlerinden DP listesinden seçilmiştir. Bingöl’de DP’den Şeyh Burhaneddin Bilgin 1950 seçimleri için aday adayı oluyor ama listeye giremiyor.
5 – Mola Ali Aslan’ın Refah Partisinden aday olması gibi.
6 - 1950-1960 yılları arasında gerçekleşen genel seçimlerin doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesi açısından değerlendirilmesi* Ahmet İlyas**
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.