Diyanet’in İslam Ansiklopedisi maslahat kavramını tanımlamak için “doğru, düzgün ve kusursuz olma, iyilik, uygunluk, yarayışlılık” manalarını kullanmaktadır. Günlük hayatta ise bu kavram için kullanılan “idare-i maslahat” ifadesi ise bu anlamların uygunluk ve yarayışlık kısımlarını ihtiva etse de diğer anlamlarını ise doğrudan doğruya karşılamamaktadır. İdare-i Maslahat kavramı aşağıdaki üç anlamı içeren bir manada kullanılmaktadır.
Bir işi, gerektiği gibi değil de günün şartlarına göre yapma. İşi oluruna bırakma. Bir işi mümkün mertebe iyi-kötü yürütmek.
Maslahat kavramının Türkçe’deki günlük kullanımı daha çok bu üç anlamı çağrıştırmaktadır. Bu nedenle halk arasında suya sabuna dokunmadan, durumu idare etmek anlamın da kullanılır. İdare-i maslahat ifadesinin karşılığı olan bu üç anlam Türkiye’deki her siyasi kesim tarafından bilinçli veya bilinçsizce kullanılır. Türkiye İslamcılığı da kavramı daha çok bu anlamıyla kullanagelmiştir.
Türkiye İslamcılığı maslahat kavramını asıl bağlamı içinde kullanıyormuş izlenimi vermesine rağmen, onu asıl bağlamından kopartarak “var olan durumu kerhen kabullenme” anlamına gelebilecek uygulamalarla kullanmıştır/kullanmaktadır. Bu kesimin literatüründe kavramın karşılığı için kullanılan bağlamlar dikkatle ele alınınca, “işi, gerektiği gibi değil de günün şartlarına göre yapma” anlamına gelen uygulamalara eşlik ettiği görülür.
Dolayısıyla “maslahat” kavramının Türkiye Suni İslamcılığındaki karşılığının, Şii İslam anlayışındaki “takiye”kavramına denk gelen bir anlama tekabül ettiği görülecektir. Bu anlam kayması İslamcılarca idealize edilen zihinsel beklentilerle reel durumların farklılaşmasına ve nihai amacın deformasyonuna yol açmıştır. Ortaya çıkan bu çelişki Türkiye İslamcılığının yola çıkarken belirlediği idealler olan hak, hukuk ve adalet tesisini gerçekleştirmesinin önünde engel oluşturmuştur. Çünkü zihinsel beklentilerle reel durumların farklılık oluşturması yapılar içerisinde asıl amacın ne olduğunu belirsizleştirmiştir.
İslamcıların karşılaştığı bu çıkmaz yapı içerisinde farklı anlayışların oluşmasına zemin hazırlamasına rağmen, hepsinin ortaklaşabildikleri tek nokta neredeyse maslahat kavramının kendi egemenliklerini tesis etmeye yönelik uygun zemin arayışı biçiminde anlaşılması olmuştur. Böylece amaca ulaşma yolunda “işi, gerektiği gibi değil de günün şartlarına göre yapma” biçimine dönüşen anlayışa başvurmak zorunda kalmaları riyakârca davranışlar üretmelerine sebep oldu. Dolayısıyla içeride “sistem karşısında” kendilerini zan altında bırakacak ve sistemle çatışmalarına yol açacak her durum ve eylemden kaçınmayı temel hedef haline getirmelerine sebep teşkil edilmiş olunuyordu.
Somutlaştıralım.
Türkiye İslamcılığı içinde yer alan ve o tedrisattan geçen her insan bilir ki, maslahat kavramı asıl düşünülen durumun tam tersine davranmayı öğütleyen ve şimdilik sessiz kalmanın gerektiğini ifade eden anlamlarda kullanılıyor/kullanılırdı. Bu durum zamanla o yapı içerisinde yer alan insanların zihin ve eylemlerinde riyakârca davranmayı meşru kılarak ona uygun eylem ve davranış kalıplarının gelişmesine zemin hazırladı. Yani asıl düşünülen yerine koşullara göre davranmayı makul karşılayan anlayışların yerleşmesine temel oluşturdu/oluşturmaktadır. Ki yirmi, yirmi beş yıllık kısa tarihsel serüvene bakılırsa yaşananlar üzerinden bu anlamların nasıl reel yaşamda ortaya çıktığı görülür. Sadece AKP’nin iktidar dönemlerine bakıldığında biledeğişim yönünün günün şartlarına göre nasıl keskinleştiği yâda flulaştığı görülür/görülmektedir.
Şimdi Türkiye İslamcılığı içinde ömür geçiren herkese ve kesime soruyorum.
Sohbetlerde veya yazılıp, çizilenlerde Pakistan özelinde “Keşmir Sorunu”nun her zaman ilk sırada yer alması manidar değil miydi?
Keşmir’deki zulümler duyulurdu, konuşulurdu ve yazılırdı hep. Bu doğal bir sonuçtu. Çünkü “Keşmir Sorunu” Müslümanlarla Gayr-ı Müslümler arasında cereyan etmekteydi. Ki Keşmir’de olup biteni dünyaya duyurma çabasın vardı. Evet, O zulmü gerçekleştirenleri lanetlemek hem insani hem de İslami bir görevdi.
Lakin Pakistan ile Bangladeş arasında vuku bulan sorun hiçbir zaman duyulmaz, konuşulmaz, okunmaz ve de yazılmazdı. Orada olup bitenleri duymak imkânsızdı. Peki, hiç düşündünüz mü acaba neden?
Çünkü Pakistan ile Bangladeş arasındaki sorunu gündemleştirmek İslamcıların ülke içerideki çelişkilerinin ortaya çıkmasına neden olabilirdi. Bu nedenle böyle bir risk alınmamalıydı. Yani Türkiye içerisindeki Türk Devlet egemenliğinin tekçi ve imhacı tutumundan kaynaklanan Kürd ve Kürdistan sorunuyla olan benzerliği zihinlerde şimşeklerin çakmasına yol açabilirdı. Dolayısıyla İslamcılarla Kemalist sistem arasında sorun oluşturabilirdi. Tabi ki bu durumda Bengal halkının Urdu Egemenleri karşısındaki insani ve İslami olan mücadelesinden söz etmek mümkün olmadığı için yapı içerisindekiler de bihaberdi. Dolayısıyla haklı olanı belirleme imkânı olmadığı için haksız olanı da lanetlenemiyordu.
Sonuç:
Bugün benim açımdan Keşmir neden gündemdeydi lakin Bengal hiçbir şekilde gündem de olmadı sorusunun basit bir cevabı var. Çünkü Keşmir Pakistan ile Hindistan arasında vuku buluyordu. Taraflardan biri Müslüman diğerini ise Müslüman olmayanlardan oluşuyordu. Bunun için taraf olmak hem kolaydı hem de kimse neden bu sorunu kaşıyorsunuz diyemezdi. Tıpkı İsrail ile Filistinli Araplar arasındaki sorun gibi.
Lakin Pakistan ile Bangladeş arasında ise sorun iki Müslüman kesim arasında cereyan ediyordu. Taraflardan bir olan Urdu egemenleri Bengal halkına insani ve İslami olmayan bir zülüm uygulamaktaydılar. Bengallilerin kendi siyasi egemenliklerini engelledikleri gibi dillerini ve varlıklarını de resmi ve eğitim alanından silme eylemini gerçekleştiriyorlardı. Türkiye İslamcılığı bunu bir şekilde gündemleştirseydi içeride sistemin -Türk egemenliğinin- benzeri bir uygulamayı Kürdlere uygulamakta olduğunu açığa çıkarırdı. Dolayısıyla maslahat gereği Pakistan ile Bangladeş arasında vuku bulan sorunun sumen altı edilmesi gerekiyordu -bu maslahat icabıydı-.
Hadi Türkiye içindeki sorunu geçelim. Neredeyse tüm ömrü boyunca Irak Baas Rejimi ile mücadele eden Mola Mustafa Barzani ismi dahi hiçbir şekilde o kesim içinde duyulmadı. Oysa Baas Rejimlerinin Sosyalist bir dünya anlayışına sahip olduğu dolayısıyla İslam düşmanı olduğu açıkça o kesime aktarılıyordu. Ama onlara karşı mücadele eden ve ömrü boyunca her ortamda çantasında Kur’an-ı eksik etmeyen ve ona uygun eylemler gerçekleştirmeyi felsefe haline getiren Barzaniyi ne duyuldu, ne okundu ne de yazıldı. Denilebilir ki KDP Sosyalist bir çizgi benimsemişti. Doğrudur. O günün dünyasında kendi varlığını -Kürd- dünyaya tescil ettirme derdi olan Barzani kısmen de olsa oradan destek buluyordu. Tıpkı Türkiye de Kürd ve Kürdistan sorununa İslamcılara göre Solcuların daha yakın durması gibi
Peki, şimdi tekrar soralım. Eğer kendi iç sorunlarını gizlemeyi maslahat kabul ediyorsa İslamcılar, onlara tek kelimeyle ikiyüzlüsünüz demek bizim hakkımız olsa gerek. Bengal sorununa bigâne kalmanızın tek nedeni Kürd ve Kürdistan sorunuyla olan benzerliğiydi. Bu nedenle o surunda karşısında da İslamcılar sus pus oldular. Tıpkı Kürd ve Kürdistan sorunu karşısında sus pus olmaları gibi.
Ey Bengalliler ve Beluciler sizi Türkiye İslamcılığı hep bizden -gündemden- sansürledi. Bunun için siz burada konuşulmadınız, yazılmadınız ve duyulmadınız.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.