Sosyal olayların tek bir nedenle açıklanamayacağını ileri süren ilk sosyal bilimci, Tarih Felsefecisi İbn-i Haldun’dur. Kuzey Afrika ve Endülüs’teki devletlerin yönetimlerinde geçen kırk yıllık yaşam öyküsüyle bu sosyal ilkeyi kavradığı sosyal bilimcilerin ortak kanaatidir. Bu ilke günümüz Sosyoloji Bilimin de temel kurallarından birisidir. Herhangi bir toplumda meydana gelen olayların tek bir nedene dayandırılarak açıklanması imkânsızdır. Dolayısıyla bir tek etken değil etkenler bütünlüğünün dikkate alınarak olayın çözümlenmesi gerekir.
İbn-i Haldun aşağıda metinler içerisinde verilen cümleleri bu ilkenin hem kendisini hem de gerekçelerini açıklamıştır.
Konumuz Irak sınırları içerisinde kalan Güney Kürdistan’ın Bağımsızlık Referandumudur. Mücadele tarihi yüzyılı aşkın bir süredir devam eden Güney Kürdistanlılar bu mücadelelerini taçlandırmak niyetini ortaya koymuş durumdadırlar. Elbette gelinen noktanın tek bir neden ve düz bir çizgi biçiminde gelişen mücadele tarihiyle elde edilmediği tarihsel vakıalarla meydandadır. Gün oldu her şey tamam denildiği anda gelişen bir başka olay tüm kazanımları sıfır noktasına geri çekti. Gün oldu bir başka olay her şey tam sıfır noktasında kaldı yapılacak bir şey de kalmadı denilen noktada çakılan bir kıvılcım her şeyin yönünü ve seyrini değiştirdi.[1]
Güney Kürdistan Referandumu tam da bu sosyal ilke gereğinin bir sonucu olarak karşımıza çıkmıştır. Bir durumun diğerini tetiklemesiyle ulaşılan aşama haline gelmiş ve netice itibarıyla kendisini orada yaşayan Kürd halkına dayatmıştır. Bundan kaçışın imkân dahilinde olmadığı son üç dört yıl içerisinde Irak ve Suriye’de meydana gelen olaylar silsilesi açıkça ortaya koymuştur. “Dünyanın ve halkların durumu, töreleri, görüşleri tek düze ve değişmez bir biçimde sürmez” diyen İbni Haldun tam da Güney Kürdistan da referandumun neden bir zorunluluk olduğunu aslında ifade etmektedir.
Çünkü Kürdler komşularının kendilerine yönelik bakış ve anlayışlarında tek düze bir anlayışa sahip olmadıklarını son yüzyıllık süreçte müşahede ederek kavradılar. Kürdlerin egemenliklerini tasallutla elde edenler zor durumda kaldıklarında akıllarına Kürd varlığını getirdiler, ama ayaklarının yer tutmaya başladığını gördüklerinde ise aslında ortada Kürd yoktur demeye başladılar. İmha ve inkâr politikalarını devreye soktular. Sadece bu zıkzakları bile Küdün devlete ne kadar muhtaç olduğunun açık beyanıdır.
Dünya değişirken halkların durumunun sabit kaldığını ve görüşlerinin de değişmediğini ileri sürmek sosyal bilimlerin “olaylar tek nedenle açıklanamaz” ilkesini göz ardı etmektir. Evet her şey değişim içindedir ve bu değişimin olumlu olması beklenir. Ancak Kürd halkının egemenlik hakkını gasp edenler için bu değişimin olumlu yönde geliştiğini söylemek ise akıl ve izan yokluğunun ispatı olur. Çünkü değişen dünya ve devletler kendi halklarına refah ve mutluluk sunarken Kürdlerin egemenliğine gasp edenler Kürdlere sadece acı ve göz yaşı hediye ettiler.
Öyleyse Kürdün yapması gereken bu makus talihi günün koşul ve imkanlarına göre değiştirmektir. Bunu değiştirmeye kalkarken elbette yaşam standartlarını da daha iyiye yöneltme amacında olmalıdır. Çünkü günümüz dünyası insanların anlık olarak gözlerinin önünde cereyan eden olayları rahatlıkla takip edebilmektedir. Geliştirilen eylem ve düşüncelerin bundan beri olacağını düşünmek de safdillik olur. Hem karşı duruş sergileyenler ham de destek sunanlar halkın gözü önündedir. Tarih buna şahidlik edeceği gibi Kürd halkı da şahitlik etmektedir. Dolayısıyla Referanduma giden Kürd halkı da buna azami derecede dikkat etmektedir. “Birbiriyle sıkı sıkıya ilişkisi olan birçok şey var: Devletin durumu, nüfus, başkentin büyüklüğü, halkın refah ve zenginliği gibi…” İbn-i Haldun bu ifadesiyle bir halkın beklentilerinin neler üzerinden değişebileceğini yaklaşık yedi yüz yıl önce tespit edebilmiştir. Referandum hayat standardının yükselmesidir. Kürd halkının önünde yürüyenlerin elbette buna uyma zorunlulukları vardır. Yarını oluşturacak her adımın bugünden atılan küçük adımların neticesi olacağı unutulmamalıdır.
Bir başka realitenin de göz önünde bulundurulması Kürdler açısından zorunludur. Dört parçaya ayırtılan Kürd halkının her parçada gelişen farklı olaylardan dolayı farklı durumlarla karşı karşıya olması da “Sosyal olaylar tek nedenle açıklanamaz” ilkesi çerçevesinde ele alınmalıdır. Aksi takdirde yeksanlık üzerinden her yeri aynı çizgi ve anlayış üzerinden ele alıp buna uygun sonuçlar beklemek kayıp etmeye hazır olmak anlamına gelir. “Törelerde ve kurumlarda görülen aykırılıkla, her halkın geçimini sağlayış biçimine bağlıdır”. Haldun bu ifadesiyle de Kürdlerin günümüz gerçekliğini açıklar gibidir. Çünkü aralarına duvar örülmüş kardeşlerin zamanla birbirinden bi haber olmaları bu sonucu kaçınılmaz kılmıştır.[2]
Sonuç:
Kuzey Kurdistan siyasetinde etkili olan yapıların başında gelen HDP ve DBP çizgisinin bugün açıkladıkları parti meclisi kararlarında Güney Kürdistan Referandumunu önemsiz ve gereksiz bir eylem olarak addettiklerine şahit olduk. Tavsiyemiz biraz sosyal bilim ilkelerini dikkate almalarıdır. Ancak Türkiye siyasetinin bir kesimini oluşturan bazı partilerin referandumun kendisini değil sonuçlarını dikkate alarak eteklerinin tutuşmaya başladıklarını görmek te sevindirici bir durumdur. Çünkü bunlar sosyal bilimlerdeki olayların birbiri üzerindeki etkilerinin domino etkisi yaratacağının bilincindedirler.
Mewlaya yakarışım şudur. Birinin gelecek endişesiyle karşı durduğu Referandumun Kürd halkının zihin dünyasını birleştirmesidir.
[1] Okuyucuların Temmuz 1958Darbesiniyle yeşeren umutları dikkate almalarını, ancak zamanla Abdulkerim Kasım’ın uygulamalarıyla hayal kırıklığı yaratan bu sonucun 6 Eylül 1961 grevi ve 11 Eylül ayaklanmasıyla nasıl yülkselişe tekrar geçtiğini de dikkate almalarını tavsiye ederiz.
[2] Yaklaşık Yirmi gün önce Nuseybinden geçerken sınırdan Qamışlo kentine bakmıştım. O gün Qamışlo’nun benden ne kadar uzak olduğunu fark ettim. Ama ben o anda dünya gözüyle Qamışlo’yu görmekteydim.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.