Toplumsal karmaşa ortamında (Ki Sosyoloji bilimi bunu Anomi olarak tanımlar) var olan toplumsal değer ve normların denetim güçlerini yitirmesi nedeniyle oluşan toplumsal denetimsizlik durumunda, insanlar yaşanan/yaşanacak olayların yöneleceği yerlere o an neyin girip neyin girmeyeceğinden emin olamazlar. Bu tür ortamlarda hedeflenenler veya hedef olarak belirlenenlerin bile anlık olarak değişime uğrama ihtimali her zaman vardır.
Bunalımların öne çıktığı bu dönemlerde denetimi sağlayan kurallar geçerliliğini yitirince nereden çıktığı ve kimin tarafından nasıl şekillendirildiği bilinmeyen olayların anlık olarak baş göstermesi olağanlaşmaya başlar. Bu durumu koruma ve kollama refleksi olarak lanse ederek toplumu manipüle edenler özel çaba içerisine girerler. Olup bitenin bu şekilde değerlendirilmesini sağlamak ve olağanlaşması için de var güçle çalışırlar.
Toplumsal denetimsizlik durumunun devreye girmesi ve devamı için pusuda bekleyenler yapılan her olumsuz davranışı alkışlayarak toplumsal belleğin karışmasını amaçlarlar. Çünkü ortamın onlara kaçırılmayacak fırsatlar sunduğunu düşünmeye başlarlar. Dolayısıyla kollayıcı ve koruyucu pozisyonuna yatanlar için söz konusu fırsatları yeterince değerlendirmek öncelikli hedef halini alır. Mevzu bu olunca onlar için gerisi laf-ı güzaf haline dönüşür.
Bu tür ortamlarda toplum mühendisliğine soyunanlar hesaplarını, kitaplarını masanın altına çekerek nereden neyi devşirilebilecekleri konusunda kafa yormaya girişirler. Oysa toplum bu tür ortamlarda netlik ve şeffaflık istediğindedir. Olup bitenin manüpülasyondan uzak açık biçimde ortaya konulması, asıl suçlu olanların kamuoyu önünde netleşmesine olanak sağlayarak yeni norm ve değerler üzerinden toplumsal uzlaşmaya imkân tanınmış olunur.
Şimdi Cizre örneği üzerinden düşünelim. Bir haftayı aşkın süredir sokağa çıkma yasağıyla halkın maruz bırakıldığı sessiz ölüm koşullarında acaba bizden gizlenmek istenen nedir? Siyasi faaliyetlerini sürdüren bir partinin vekilleri ve hükümet içindeki temsilcileri olan bakanlarının oraya sokulmamasında neler amaçlanmaktadır? İktidar gücünü elinde bulunduranlar kendi kabine üyelerinden neyi saklama gereği duymaktadırlar?
Bu soruların yanıtlarını ancak Cizre’ye bağımsız gözlemcilerin girmesiyle belki cevap bulacağız. Ama anomi durumundan rahatsız olan her insan öncelikle muktedirlerden orada olanın şeffaf biçimde ortaya konulmasını beklemektedir. Oysa tekçi Devletin temsilcisi AKP iktidarı bu konuda kör ve sağırı oynayarak asıl baltayı kendi ayağına vurmakta olduğunun farkında değildir. Eğer açık yüreklilikle buna imkân tanımış olsaydı (Ki varsa ve her kim ise) asıl suçluların toplum vicdanın mahkûm olmasına olanak sağlamış olurdu. Fakat içine girdiği yasakçı tutum nedeniyle hala onları, toplumsal bütünleşmeyi sağlayacak yeni değer ve normların teminatı olarak görenlerde bile kuşkuların oluşmasına imkân vermektedirler.
Toplumsal değer ve normların işlevsizleşmesinde, toplumun bir kesimi, kendisinin bu değer ve normlar tarafından koruyamadığı/korumadığı duygusunu yaşaması etkili olur. Hak ve hukukunun var olan değer ve normlar tarafından gözetilmediğini düşünen kesimlerce bu değer ve normlar taka tuka ilan edilir. Bu durumda toplumsal çimento olarak tanımlanan bütünleşme önemini yitirerek anominin derinleşmesine yol açar. Bir umut ışığıyla yeni norm ve değerlerle yeni bir bütünleşmeye imkân verip vermediği arayışına girer.
Tekçi ulus temeline dayalı olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti 90 yıl boyunca toplumsal anominin her türlüsünü halka yaşattı ve yaşatmaya devam edeceğinin emarelerini göstermektedir. Bu mantık halka güvenme yerine halkı düşman olarak algılamaktadır. Ona göre düşman kategorisindeki bu halk ise her an tehlike arz eden eylem ve davranışlara sebebiyet verebilir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyetinin doksan yıl boyunca Kürdlere dayattığı norm ve değerler, Kürdleri koruma yerine onların yok edilmesine dayanan paradigmalara sahiptir.
Gelişen ve değişen Dünya koşullarında Kürdler ve ötekileştirilmek istenen diğer kesimler boyunlarına geçirilen tasmaya isyan etme yönelimi ortaya koyarak yeni değer ve normlara (Ki bütünleşme isteniliyorsa) ihtiyaç olduğunu haykırmaya başladı, Devlet ise klasik koruma ve kollama refleksine yöneldi.
Bu durumda Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı tekçi mantığın toplumu taşıyamayacağı, bunun yerine yeni toplumsal mutabakatlara ihtiyaç olduğu sinerjisini arkasına alan AKP iktidar koltuğuna oturdu. Süreç içerisinde AKP’nin çözüm üretme yerine fiili durumlar yaratarak çözümün kendiliğinden geleceği yanılgısı yaşadı. Veya buna düştü/düşürüldü. Bu yanılgı ile varlığını idame ettirme derdini toplumsal sorunların önüne koydu. Böylece arkasına aldığı sinerjiyi kaybetmeye başladı.
Bu tutumun sonuç üretmeyeceği, Kürdleri isyana yönelten eylemlerin ilk on beş yılında netleştirerek ortaya çıkarmıştı. Ki o süreç beraberinde toplumsal ve siyasal bunalımlar getirdiği için de AKP o sinerjiyi yakalamıştı. Yeni değer ve normların sinyalini vererek ortaya çıkan AKP toplumun önemli bir kesimi için umut ışığına dönüşmüştü. İlk iki dönemlerinde yetmez ama evetlerle önemli toplumsal destek de buldu. Ancak bu desteği yeni norm ve değerler üretme de kullanma yerine norm ve değerlerin fiili durumlarla oluşacağını varsayarak işi savsaklamaya başladı. Bu aynı zamanda onlar için de sonun başlangıcı anlamına geliyordu.
Sonuç:
2013 Nevroz’undan önce toplumu hazırlayan AKP ve okunan metinle birlikte toplumda yeşeren barış umudu, aslında yeni norm ve değerler üretileceğine yönelik umudun ifadesiydi. Ancak AKP bunun yerine kendi argümanlarına karşı taraf üzerinden haklılık kazandırma çabasına girdi. Bu tutum toplumun önemli bir kesiminde Kürdlerin haklılığa dayalı bir haykırışta bulunduğu inancına yol açtı. Dolayısıyla yeni arayış ve bütünleşme için de cazibe merkezi haline gelmelerine vesile oldu. 7 Haziran seçim sonuçları bunun açık göstergelerini HDP üzerinden ortaya koydu.
Ancak seçim sonucunda gün geçtikçe kendini kollama ve koruma derdindeki Devlet, Rojava Kürdistanı ve PKK üzerinden Kürdleri manipüle etmeye başladı. Buna uygun verilerde ortaya çıkınca bugün içine çekilmekte olduğumuz karmaşa/anomi ortamına zemin hazırlandı. HDP ayak diretmek istedi ama PKK kanaatimce bu tuzağı görmedi veya görmek istemedi. Ancak tüm olup bitenlere rağmen, bugün PKK’nin eylem ve söylemleri 90’lı yıllarınkinden çok farklı ve daha kabul görmeye yakın. Ama AKP’nin arkasına aldığı devlet gücüyle eylem ve söylemleri neredeyse 90’lı yılları mumla aratacak duruma gelmiştir.
Ahmet Türk’ün “bizler çözüm için son şans ve son nesiliz” sözüne hak vermek zorunda olduğumuz günlere gelmiş bulunmaktayız. Yeni değer ve normların üretileceği umuduyla ölümlerin son bulacağı günlere…
Zernews bu olumsuz koşul ve ortamda yayın hayatına başlıyor. Toplumsal barışın sağlanmasında katkı sunması dileğiyle başarılar diliyorum. Umudum yeni değer ve normların üretilmesinde sunacağı katının mazlum Kürd halkının haklı davasına omuz vererek temel insanı haklarını ve hukukunu gözetmesidir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.