Toplumsal yaşamda yönetime talip olanların, yönetişim denilen olguyu dikkate almalarının zorunluluk haline geldiği bir dönem de yaşamaktayız. Yönetişim kavramı taban ve tavan arasındaki yönetimsel paylaşımı ifade etmektedir. Bu yönetimsel paylaşımda tarafların birbirini dikkate aldığı ve özellikle tavanın taban beklentilerine uygun davranmasını zorunlu kılmaktadır. Bu iki kesim arasında uygunluk oluşturulamadığı durumlarda toplumsal yaşam alanında bunalımların devreye gireceği ve çözülmelerin baş göstereceğini unutmamak gerekir.
Konumuzu 11.02.2018 tarihinde gerçekleştirilen HDP 3. Olağan kongresine ayırma niyetindeyiz.
Siyasi oluşumların toplum içindeki gücü, geliştirdikleri yeni paradigmal bakışın toplumsal kesimin beklentilerine cevap olup olmamasıyla orantılıdır. Bu gücün pekişmesi geliştirilen söylemin dayandığı toplumsal kesim beklentilerine uygunluğuna bağlıdır. Toplumsal kesimler, oluşturulan yeni siyasi yapılanmanın toplumda değişim ve dönüşümü amaçlayan projeler üzerinden yapılanmaya omuz verme davranışı sergilemektedirler. Her siyasi yapılanmanın bu amaç doğrultusunda ortaya çıkma ihtiyacına dayandığını on koşul olarak kabul etmek gerekir. Toplumun ihtiyaçlarıyla bu ön kabul arasında kurulan bağın dayandığı taban ihtiyaçları gücün pekiştirilmesi içinde bir zorunluluktur.
HDP’nin dayandığı siyasal gelenek bu ihtiyacın bir sonucuydu. Söz konusu ihtiyaç toplumsal değişim ve dönüşüm oluşturulamadığı takdirde, toplumsal çatışmanın kaçınılmaz olduğunu ve bir çözülmenin kapıda olduğunu belirleyerek ortaya çıktı. Belki siyasal literatür üzerinden bakıldığında ilk nüvelerinde taban ve tavan ayrımının çok belirgin olmadığını söylemenin yanlış olmayacağı bir gerçekliktir. Buna rağmen tavan görevini üstlenenlerin toplumun bağrından çıkmaları onları toplum nezdinde değerli kılıyordu. Gelinen noktada bu tutum ve anlayışın yerini siyasal jargonla ifade edersek, taban ve tavan ayrımının keskinleştiği ve tavandan tabana dayatma dönemine girildiğini açıkça ifade etmektedir.
HDP 3. Olağan kongresinde takınılan tutum dikkate alındığında taban ile aralarında ilinti olmayan ve tabanın ihtiyaçlarını görebilme imkânı olmayan bir tavanın ortaya çıktığına müşahede etmekteyiz. Tabi ki bu durumun sorgulama ve tavır alma tutumunun tabana geçmesi gereken bir siyasal olguyu geliştirmesi gerekir. Taban, kendisinin öncelikli ihtiyaçlarını bir tarafa bırakan ve onu görmezden gelen tavanı gözden geçirmek zorundadır. HDP tabanının ülkede yüzyılı aşkın bir süredir devam eden Kürd sorunu çerçevesinde gelişen ihtiyaçlarını önceleyerek öne sürdüğü her kesimin malumudur.
Ancak tavana oturan anlayışın felsefi düşünce olarak tabanın bu ihtiyaçlarını görmediği kongredeki konuşmalardan ve takınılan tutumdan anlaşılmaktadır. Belki de buna hemen şu itiraz yükseltilebilir. “İçinde bulunulan dönemin ruhuna uygun davranışın geliştirilmesi ve halk üzerindeki baskının azaltılması ancak bu tutumla mümkündür” denilebilir. “Bunu doğru anlamak ve algılak gerekir deniliyor.” Evet öyle bir görüntü veriliyor ama biz süreç içerisinde geliştirilen tutumun ve davranışların felsefi dayanaklarını dikkate aldığımızda bunun eski paradigma yerine ikmal edilen bir yeni paradigmanın oluşturma derdinden kaynaklandığı izlenimini alıyoruz.
Bu düşünsel ve felsefi bakışın yeni paradigmaya çevrilmesi, tabanın beklentilerini karşılamaktan uzak bir tutum olduğu HDP tabanında yer alanların tepkilerinden anlayabiliyoruz. Lakin bu tabanın ne olur ne olmaz diye içlerinde taşıdıkları duyguya kapılarak sanki biraz daha bekleyelim tutumunu sergilediklerini de görmekteyiz. Aslında bu tutumla, tabanın kendi elleriyle geliştirdiği ve uğruna bedeller ödediği yapının gözleri önünde kayıp gitmesine gönüllerinin razı olmadığını da göstermektedir.
Aslında Kürd halkının HDP’nin yeni tutumundan bir beklenti içinde olmadığını ama onu oluşturan tabandan beklentileri olduğunu da görmekteyiz. Kürd halkı daha çok bu kitlenin oluşturulan yeni pradigma bekçiliğini bir kenara bırakarak, kendi özlerine dönüşünü beklemektedir. Onlara düşen de karanlık dehlizlerde belirlenen konsept ve tavanı onaylamak değil, onu red ederek kendi geleceğini oluşturma derdine düşmeleridir. Bunu zaman gösterecek. Çünkü altan gelen dip dalga bunun gerçekleşeceğini de müjdelemektedir.
HDP’nin üst tabanını oluşturan akıl, her eylemini mutlak doğru kabul ederek kitlelerin birer noter gibi belirleneni onaylama görevi olduğunu aşılamaktadır. Bunun açık delili partinin eş genel başkanları olarak belirlenen kişilerin tabanın yüzde doksanından fazlası tarafından ismen bile bilinmiyor olmasıdır. Ancak bunu öngörmeden dayatma biçiminde kayyumluk anlayışıyla davranıldığı görülmelidir. Kitle buna gereken cevabı verecek mi? Bunu da ancak ilerleyen süreçte göreceğiz.
Sonuç itibarıyla kayyumluk anlayışının T.C Devletinin felsefi tutumu olduğunu en iyi Kürdler bilmektedir. Kürdlerin başına kayyun atayarak onları kendi denetiminde sağa sola serpiştirerek kendi sorunlarını görmezden gelmeleri istenmektedir. Bu isteğin nerede nasıl kurgulandığı bizim tarafımızdan net görüntüsü olmamakla birlikte zamanın Devlet Bakanı ve İçişleri Bakanlığını yürüten Beşir Atalay’ın HDP mit tarafından kurulmuştur söylemini aklı çıkartan veriler sunmaktadır.
Kitlelerin istemleri onların bağrından çıkan ve onların dilini konuşan, onların hissettikleriyle yetişen liderlerce gerçekleşeceği tarihsel verilerle sabittir. Söz konusu karanlık dehlizler bunu çok iyi bildikleri için kitleri narkoz etkisiyle sürüklemenin derdine düşmüşlerdir. Bu Narkozun etkisini göstermesi için de, “içinde bulunulan nazik dönemde bu mutlak gerekli bir eylemdir” anlayışını pompalamaktadırlar. HDP içinde Kürd halkının bağrından çıkan yüzlerce Sezai Temelli’ye bedel olabilecek evlatlar dururken bunun dayatılması anlaşılabilir bir durum değildir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.