Samimi ve dürüst bir insan olan Hacı Abi ile tayinimin çıktığı kendi memleketi Malatya'da tanışmıştım. Ailece dost olduk ve ölümüne kadar bu dostluğumuz devam etti. Ailece gidip gelirdik. Bizi tanıştıran Silvan'lı hemşerimiz sendikacı Mecit AMAÇ'tı. Hacı Abi ile fikirsel olarak o zamanlar zıt kulvarlardaydık. Ben, PKK'nin Kürtlerin gasp edilmiş hakları için mücadele ettiğine inanıyor ve onları savunuyordum. O ise, tam tersine dağa çıkmış ve bu uğurda canlarını feda etmiş savaşçılara (Gerilla) çok saygı duyuyor, fakat örgütün lideri ve karar verici yöneticilerine güvenmiyor ve inanmıyordu. Bunların amacının Kürtlerin gasp edilmiş ulusal haklarını iade etmek için yola çıkmadıklarını, tersine yaptıkları eylemlerin tamama yakını Kürtlere zarar verdiğini savunuyordu. Bu konu ile ilgili tartışmalar bazen sertleşirdi. Bana; "Doktor, dürüst ve zeki bir insansın, bu örgütün lideri ve yön verici kadroları yalan söylüyorlar. Sabret, ak koyun karakoyun ortaya çıkar. Çünkü gerçekler uzun süre saklı kalmaz" diyordu. Dediği çıktı.
Bu diyaloglarımıza cefakâr ve fedakâr eşi sevgili Kudret te şahittir. Bana biçmiş olduğu zekilik payesinin teyidi elbette bana düşmez, açıkçası zeki miyim değil miyim bilmiyorum. Ama hiç akıllı olmadığımı biliyorum. Akıllı olmak ile zeki olmak arasında önemli farklar var. Akıllı olmak, bir olguyu veya gerçeği, nerede ve ne zaman konuşulması gerektiğini bilmek demektir. Bende bu akıllılık yok. Doğru bildiğim ve inandığım şeyleri açıklarken, kim alınır, kim sevinir diye bakmam. Oysa akıllı insan, bu ölçü ve dengeyi kurmayı bilendir. Neyse bu kadar felsefi yorum yeter. Hacı Abi ile zıt olan fikirlerimiz 1999'a kadar devam etti. Amerika istihbaratı tarafından Öcalan yakalanıp Ecevit başbakanlığındaki devlete teslim edilince, Hacı Abinin "bekle" dediği ak koyun, karakoyun net olarak belli olmuştu. Bizleri ailece dost yapan gerçek, sanırım dürüstlük ve samimiyetti. Yoksulluğumuz, hayatın acımasızlığı karşısında inat ve karlılığımız, alın teri ile hayatın bu acımasız duvarlarına tırnaklarımızla tırmanarak Avukat ve Doktor olmamız bizleri belki böylesi bir durumda dost olarak tutuyordu. En büyük üzüntüm, sonraki süreçte hayatın bizleri uzak yerlere savrulmasıydı. Kendi ifadesiyle ak koyun-karakoyun belli olup kendisi haklı çıkınca, bu yanılgımdan dolayı yüz yüze ondan özür dileyememek ve cenazesine katılamamaktı. Çünkü ölümünü birkaç gün gecikmeyle duymuştum.
1990'ların başıydı. Devlet, kuruluşundaki o ceberut otoriterliğin de ötesine geçerek bir konsept dahilinde "tehlikeli" gördüğü bir kısım Kürtlerin ölüm fermanlarını çıkartarak "faili meçhul" cinayetlerle onları ortadan kaldırmaya başlamış, devletin devlet olmaktan çıktığı o karanlık dönemde onunla tanışmıştım. Ben, heyecanlı genç bir doktor, o ise herkes gibi bu toprakların acımasızlığını yaşamış olgun ve tecrübeli bir hukukçuydu. PKK'nin totaliter zihniyetli lideri ve örgütün karar verici yöneticilerinin Kürtlerin ulusal hak ve demokratik özgürlükleri dert edinmediklerini her platformlarda dile getirmesine rağmen, büyük bedeller ödemiş devletin adli ve cezai kıskacında süründürülen dürüst ve inançlı insanların davalarına girerek, maddi olarak sıfırı tüketmiş insanların dava harçlarını bile kendi cebinden karşıladığını biliyoruz. Onun için de devletin derininin dikkatini ve nefretini üzerine çekmişti. Boş keseden atıp tutan, mangalda kül bırakmayan, konjonktörel olarak çıkar ve makam peşinde olan bir kısım avukatın bu yoksul insanları nasıl sömürdüklerini, onların sırtından nasıl büyük paralar kazandıklarını da biliyoruz.
Av. Hacı AKYOL, dürüst, sözünün eri, onurlu ve namuslu bir insandı, değerli eşi Kudret'in derlediği bu anı kitabı için kendisini Kutluyorum. Anısı önünde tekrar saygıyla eğiliyorum.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.