Genel akış açıları halkın özgücüne dayanarak özerk/bağımsız/devletsiz demokratik ulus tezini çözümlemek gerekiyor. Bu teoremler/tezlerin dayanakları olan ve gözlerden dikkatlerden kaçırılan birçok nokta var. Halkın ve toplumsal yaşamın sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, ulusal ve çevresel gerçekleri gözlerden kaçırılıyor. Mevcut paradigmal/yönetimsel gerçekler gözlerden ve dikkatlerden kaçırılıyor. Soyut olan bu teoremlerin/tezlerin hedeflediği ütopyalar öne çıkarılıyor. Teoremler ve tezler gerçekmiş gibi toplumsal algı oluşturuluyor. Toplumlarda bağlayıcılığı bulunan ve yaşayan, sahada var olan gerçekler değerlendirilmeden oluşturulan teoremler/tezler aynı zamanda toplumsal algıyı etkileyebilir. Bu nokta üzerinde durarak Kürt halkının durumunu ele alırken yaşayan gerçek değerler karşısında nasıl ve nedenlere cevap bulmaya çalışıyorum. Özellikle ülkesi parçalanmış ve paylaşılmış, statüsü bile olmayan bir gerçeklik dikkatlerden kaçırılıyor. Yani sömürgeci tekçi katı ulus devletlerin dünyadaki ulus devlet paradigmasında daha öte bir durumdur ve bu gerçeklik önemsenmiyor. Dünyada birçok ulus devlet modeli bulunuyor, örnekleme yaparsak Avrupa Birliği Ulus devlet sistemi farklı kültürlere yaşam hakkı, özerklik hakkı, federalizm hakkı veriyor, güvence altına alıyor. Genel olarak Ortadoğu, özelde ise Kürdistan sömürgeci devletler, farklı halk ve kültürlere imha dışında yaşam hakkı tanımıyor, bunları sosyo-kültürel faşizm olarak değerlendiriyorum. Bunlar genel olarak 1945 öncesi Avrupa faşizminden alınmış kuramlarla yönetiliyor. Cin\'in şişeden çıktığı nokta burada saklı ve bu devlet sistemlerini değiştirmek, dönüştürmek, teoremi/tezi ortaya çıkıyor. Bu işin doğası toplumsal algıya hitap edilmesidir. Bir asır boyu zalim devletlerin boyunduruğundaki bir halkın özgürlük arayışı var ve \'\'mevcut devleti daha az devlete dönüştürme, bunun yerine çok demokrasi ikame etme\'\' cazip kılınıyor. Sanki sömürgeci ulus devlet hazır, bekliyor ve Kürt halkına bunun öncülüğü kalıyor. En ilginci bu yapılırken \'\'ulus devlet ilkelliktir, kötüdür, gericiliktir\'\' algısı yüksek dozda toplumum algısıyla buluşturuyor. Kürt halkı için hayati derecede önemli ikinci algı operasyonu olarak ortaya konulan bir teorem/tezdir. Çünkü her iki olgu, yani sömürgeci katı ulus devletin sömürge halkın dönüştürülmesi misyonu yüklemek, bunu yine sömürge halkın demokratik ulusa evirmesi ve ulus devlet kötüdür algı oluşturulması sömürge halkın imhasına hizmet ediyor. Toplumsal algı bu noktada sabitlenmiyor, yetinilmiyor, bağımsız ulusal devlet talep eden çevrelere ve halkın kendi kaderini tayin etme evrensel hakkına karşı toplumsal algıda düşmanlaştırma derinleştiriliyor. Bu teoremler ve tezler her adım adım ve çok kapsamlı biçimde toplumsal algıya işleniyor.
Aynı zamanda şöyle de bakılabilir doğru teoremler, tezlerle karşı karşıya bulunuluyor, kim ret edebilir ki, denilebilir. Çok demokrasi, yerinden, özerk, öz savunması bulunan ve bağımsız özyönetim, bir devletin sahip olduğu haklar kadar bir hakka sahip ve halk kendi efendisi olacak, bunlar gerçekten algısal olarak doğru yaklaşımlardır. Ancak sorun doğruymuş gibi teoremlerden ve tezlerden ziyade bunları gerçekleştirme zeminindeki hayatın gerçekleri ile çelişkisindedir. En yakıcı çelişki de sömürgeci devleti dönüştürmeyi egemen ulus talep etmelidir, egemen ulusun böyle bir talebi yoktur. Egemen ulusun sorumlu olması gereken, talep etmesi gereken değişim ve dönüşüm görevini bu teoremler ve tezlerle sömürge halka yükleniyor. Aynı zamanda bu teoremler ve tezlerle Kürt halkı kendi kaderini tayin hakkına karşı konumlandırılıyor. Halk her geçen gün giderek bu noktaya doğru sürükleniyor, sömürgeci devletin Kürtler için istediği yer tam da burasıdır.
Politik duruşun net ifadelerle ortaya konulması, toplumun gerçeklerini görerek, dünya gerçeklerini görerek belirlemelerin yapılması önemlidir. Leninist-Stalinist paradigmanın serüvenini çözümleyerek, halklar üzerinde bıraktığı tahribatı görerek çözümlemelerimi ortaya koymaya çalışıyorum. Bütün farklılıklar için eşitliği esas alıyorum, farklılıkların kardeşlik hukuku eşitliktir, farklılıklar ancak eşit olurlar, hakta, hukukta eşit olurlarsa kardeş olabilirler. Sömürgeci devlet ayrıca bu noktaya odaklanmıştır, halkların kardeşliği diğer teoremler ve tezler gibi yüksek dozda işleniyor, halbuki gerçek farklılıkların kardeşlik tezini aldatıcı buluyor, bundan dolayı farklılıkların eşitlik tezini öne çıkarıyorum. Bahsi geçen farklılıklar; milletler olabilir, sosyal sınıflar olabilir, siyasi düşünceler olabilir, inançlar olabilir, dört ana olguya dikkat çekiyorum. Her dört ana olgu dünya üzerindeki temel farklılıkları temsil ediyor, bunlar kendi içinden çeşitleniyor. Milletler olgusu, Rus, Türk, Kürt, Laz, Yunan...., Sosyal sınıflar olgusu İşçi, Memur, Esnaf, Tarım, Sanayi.... Siyasi düşünceler olgusu Liberal, Teokratik, Monarşist, Komünist, Sosyalist, demokrat,.... Farklı inançlar olgusu, İslam, Hristiyan, Musevi.... çeşitlenebilir ve eşitliğini esas alırım. Böylece evrenselliğin bu noktaya ulaşmış olduğunu buna çoğulcu demokrasi de deniyor. Bugün dünya, milletler, halklar bu paradigmayı geliştiriyor. Bunun ileri aşamasına sosyal denge sistemi de denilebilir. Sosyal sınıfların, bütün farklılıkların örgütlü gücü ve iradesi, örgütlü çoğulcu demokrasi gücü ile ortaya çıkmış kurumsallaşmıştır. Daha çok açmaya gerek yok, Kürtlerin algısına işlenen teoremler/tezler ise halkların, milletlerin gönüllü kabulü olan ve yaşayan değerlerden uzaklaştırıyor, imhasını hedefliyor, toplumun sosyo-psikolojisini gerçeklerden uzaklaştıracak şekilde işleniyor. Bu teoremlerle doğru sandığı aslında imhasını hedefleyen paradigmalar esas alınıyor.
Hendek politikasının ismini ve gerekçesini duyduğum zaman yanlış bulmuş, buna yüksek sesle itirazda bulunmuştum ve bura ortama yazmıştım. Bu siyaset Kürt halkının taleplerini kapsamadığı gibi temsil de etmiyor, genel itibariyle imhayı hedefliyor diye açıkça yazmıştım. Belediyelerin, meclislerin özyönetim ilanlarının buna zemin hazırlamak için yapıldığına değinmiştim, bugün de aynı noktadayım. Bu sürecin gerekçesinde halkımızın talep ettikleri yok, sömürgeci devletleri dönüştürmeye egemen ulus halkı katılmadığı sürece halkımızın böyle bir gücü ve imkanı yoktur. Mevcut sınırlı bile olsa çoğulcu demokrasinin sağladığı meşru sistem ile elde edilmiş yerel iktidarlar vardı, meclisler vardı, ulusal değerleri geliştirmek, toplumsal kazanıma dönüştürmek bunlarla mümkündü, bunun için sosyal, siyasal, kültürel yüzlerce proje geliştirilebilirdi. Bütün şehir yönetim yasası özerklik demektir, kenti de köyü de her yönüyle yerelin yönetmesi demektir. Kafası ruhu bomboş, iradesi de bilinci de zayıf ve yetersiz kişiler ve kadrolarla doldurulmuş yönetimler oluşmuştu. Böylece bu kişi, grup ve kurumlar topluma ne bir gelecek ne de bir hizmet verilebilir.
Bütün şehir yasası kapsamında yerel yönetim neler yapmazdı ki; Kürtçe okullar açılabilir, eğitime önem verilebilir, edebiyata önem verilebilir, ekonomik model oluşturulabilirdi. Halbuki hedefte böyle bir kurumsallaşma bulunmuyor, sınıfsız toplum, sınırsız dünya ütopyası misyonuna göre siyaset yapılıyor. Dünyamız sınıfsız toplum ve sınırsız dünya ütopyası deneyimi geçmişte acı bir deneyimle yaşanmış, kalıcı olması için ısrar etmiş ancak iflas etmiştir, tekçi siyasi düşünce toplumsal deneyimi yaşanmış, bunların tümü insanlığa trajediler yaşatmış ve iflas etmiştir. Bugün Kürt halkını bu tür teoremlere/tezlere, paradigma hedeflerine kobay yapılıyor, denek yapılıyor. Özellikle Leninist-Stalinist sınıfsız ve sınırsız dünya hedefleyen TÜRKÇÜ radikal örgütlerle birleşme ortaya konulan teorem ve tezlerin son halkasını oluşturuyor. Yani Kürtleri eritmenin imha etmenin son halkasıdır. Bu radikal yapıların Türk halkında da karşılığı yok, halkta karşılığı bulunmuyor, bu yapılar maalesef ulusal talepleri gasp edilmiş Kürtleri kullanacaklar. Bu yaşananların tümü masum değil, olmayabilir, bunlar derin labirentlerde birçok hesaplar için oluşturulmuş kapsamlı ve çok büyük hesaplar olabilir. Çözümlemelere bakıldığında bu hedeflerin, hesapların Kürtler dışında, Kürtler hariç birçok çevreye, özellikle sömürgeci devletlere kazandırabilir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.