1945’te batı Almanya’yı ABD, İngiltere ve Fransa değil de Rusya (ya da Çin, İran) işgal edebilmiş olsaydı; batı Berlin demokratik bir anayasa hazırlayıp anayasal ve şeffaf bir devlet haline gelebilir miydi, soykırımı kabul edip özür diler miydi, günümüz refah ve gelişmişlik düzeyine ulaşır mıydı? Utanan, öğrenen ve değişebilen bireylerinin sayısının arttığı bir toplum oluşabilir miydi?
Yani, 2024 yılında HTŞ’ye teslim edilen Şam batı Berlin gibi demokratik anayasa hazırlayıp uygulayabilecek mi, geçmişte katledilen, hakları ihlal edilen milliyetlerden, inançlardan özür dileyecek ve suçluları yargılayacak mı; kapsayıcılığı, güveni, hoşgörüyü, hukuku kurumsallaştırıp toplumsal barışı ve huzuru sağlayabilecek mi?
Geçmiş sorunları sürdürmeme ve ağır hasarları telafi etme vaadi ile iktidara gelen AKP, benzer cümleler kuran HTŞ’nin rol modeli olabilir mi? En az yetmiş yıl boyunca çoğu kesim kendini rejimden korudu. Söz konusu olan Ortadoğu’da kurumsallaşmış ancak çatırdayan yapay bir hattır.
Kurucu statükoyu sahiplenen ve devam ettiren HTŞ’nin ya da bir başka yapının sonraki pratiği tahmin edilebilir mi? Totalitarizmi tanımak, izini sürmek zor olmasa gerek..
1900’lerde başta İngiltere avucuna aldığı devletler ve devletleştirdiği kimi milletler için yeni bir düzen oluştururken totaliter sistemle terbiye etmeyi tercih etti. Başkenti fark etmeksizin tek adam ve tek parti yönetimleri aracılığı ile toplumu kendisine benzetmeye çalıştı (sahte sekülerizm, balolar, şapka zorunluluğu vs) ancak bu çarpık, ilkel, üsttenci, zorba proje yürümedi ve günümüzde yeniden ambalajlanıyor: farklı kesimlerle ancak benzer yöntemlerle! Orijinal, biçimlenme ve sürüklenme için Çankayacılarla Saraycılar arasındaki ilişki, çelişki, çatışma ve tartışmalar gözden geçirilebilir.
Erdoğan’ın Şam’daki rejim değişimine CHP’nin üzüldüğüne dair değinisi bu nedenle olabilir.
Bu kez Ortadoğu devletleri yapay seküler yapı ve yöntemlerle değil de diğer kesimler aracılığı ile dizayn ediliyor olabilir. Afganistan, Suriye bunun örneklerinden. Sıra Husilerde, Irak’ta olabilir.
Şimdiye dek totaliter rejimlerin işbirliğinde süren yönetimlerin birkaçı sona erdi. Ancak yeni yönetimler Berlin deneyiminden ders çıkarmamış ya da onunla ilgilenmiyor görünüyor. Totaliterliğin ismi ve şeklinin değişeceğini ancak birçok milliyet, inanç ve kültür için daha zorlu günlerin yaklaştığını düşünüyorum. Üstelik, yeni rejimler kurumsallaştığında çağcıl değerler ve ilkeler temelinde ve beklentisinde değişim ve dönüşümlerin eski rejimlere nazaran daha güç olacağını sanıyorum.
Bölgemizde BAAS benzeri ya da Tekçi anlayış ve yapılar kabul ve ilgi görüyorsa, itiraz sesleri yükselmiyorsa, dikkat çekilmiyorsa irdelenmesi, bilince çıkarılması gereken yaygın ve ağır bir sorunumuz olabilir.
Bu sürecin Kuzey’i de derinden etkiyeceğini öngörüyorum. Kuzey’de de Afganistan, Hamas ve HTŞ’den etkilenen, alana rahatlıkla ama kontrollü dolmalarına izin verilen bir kesimin bu hattın kendiliğinden başardığını ve zafer kazanabildiğini sandığını ve bundan dolayı güven ve uygulamaya geçme hissinin arttığını düşünüyorum. Kuzey’de radikal grupların kontrol altında harekete geçirileceğini, Kuzey’de fundemantalizm atmosferi ve yönetimi dayatması ile toplum üzerinde baskı kurarak etki altına alınabileceği olasılığını düşünüyorum. Bu olası süreç PKK ile başlayan ve Hizbullah ile devam eden bölgenin çağcıl dünyadan daha da fazla yalıtılmasında kullanılabilir.
Böyle bir olasılığı ya da bir başka olasılığı, olasılıkları öngörüp engelleyebiliyor muyuz?
Söylenilen en az 15 bin iç infazı sayı birkaç iken, en az 15 bin faili meçhulü sayı henüz birkaç iken, 5 bin köyün boşaltılmasını sayı birkaç iken, Lice’nin yakılmasını, milyonların kültürel ve ekonomik sermayesiyle bölgeden geç etmesini, İzzettin Yıldırım’ın katlini, 6-8 Ekim’i, onlarca yerde hendekleri, kayyım yönetiminin üçüncü dönemini en başından öngörememiş, süreç devam ederken önleyememiş, önlem alamamış yani her bir felaket dönemini hızla kabullenmiş ve ardından her bir fail kesim ya da yapıya karşı seçimler aracılığı ile tepki gösterenlerin sayıca azlığı söz konusu.
Nazilerin Hava Kuvvetleri komutanı Hermann Göring’in ‘Ben vicdansız biriyim. Benim vicdanım Adolf Hitler’dir’ sözü ile ‘Benim iradem Öcalan’dır’ diyenler arasında ne fark var? Bunu fark edemeyen, anlamayan ve önemsemeyenlerle Nazi Almanya’sı bireyleri arasında ne fark var?
PKK’nin Kürd aklı olmadığını kabullenememiş, “Her alanda bütün halkı temsil eden önderlik kurumudur” diyen KCK sözleşmesinin faşizmin belgesi olduğunu anlayamamış, PKK’nin Kuzey, Güneybatı ve Güney’deki statü karşıtlığına karşı açıkça duruş sergileyememiş; daha önce İstanbul ve ardından Ankara’dan imtiyaz, rol isteyen, imtiyazını korumak ya da artırmak isteyen birey, aile, grup ve partiler söz konusu.
Bölge içinde bölgesel, kültürel ve inançsal özerkliği kapsayan federe yönetimi (ya da bir başka coğrafi statüyü), buna dair anayasa taslağını öne çıkarmayı; toplumun değer yargılarını güçlendirmeyi, birliği gönüllülükle birlikte inşa etme ruhunu başlatmayı; her milliyet, inanç ve kültürün bir diğerine eşit olması için modern demokratik araçları, üslup ve yöntemi oluşturarak kendi içinde yapılandırarak, kurumsallaştırarak seçimlere dahil olmayı aklına bile getirmeyen bireyler ve partiler söz konusu.
Yanlışı, suçu ilkesel olarak değil de kişisel çıkarı için tartan, kabul eden ya da reddeden; fikri, vicdanı, ilkeli olanı aramayan; salt çıkarı için gücü, nüfuzu olanı öncül, aracı bilen yüzlerce yılda şekillenmiş yapısallık..
Onlar için Berlin ya da Şam varken Diyarbakır’ın iddiasındaki gücün toparlayıcılığının görmezden gelinmesi bir tercih olabilir..
Aziz Yağan
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.