“Ne gülüyorsun, anlattığım senin hikayen!” (Horatius)
Mevcut yaşantısına devam eden PKK’ye karşı net, kararlı tavır almayan Kuzeyli kimi birey ve yapılar için PKK’ci kelimesini kullanıyorum. PKK yerine ‘illegal ve legal Apocular’ denince kapsam belli olacaktır.
Kürdlerin duruşunu pek de sevmediği Almanya Dışişleri eski Bakanına bir TV programında PKK soruluyor (https://www.youtube.com/watch?v=AskugFvjcr0). Bakan, ‘PKK Türkiye’de yaptıklarından dolayı değil; 80, 90 ve 2000’li yıllarda Almanya’da işlediği suçlar yüzünden yasaklandı” diyor.
PKK, 80 sonrası Avrupa’da 30’a yakın infazda bulundu, şantajla para topladı, silah ve uyuşturucu ticareti yaptı, kendi cezaevlerini kurdu, işkenceler yaptı, otoban, yol ve mekan işgallerinde bulundu. Enver Ata’nın NATO üyesi olmayan İsveç’in Uppsala kentinde 20 Haziran 1984’te PKK tarafından infaz edilmesi PKK’nin terörist olarak tanımlanmasının önemli başlangıçlarından oldu. PKK, 1986’da Avrupa’nın birkaç ülkesinde bildiri dağıtarak Newroz’u sadece PKK’nin kutlayacağını yani diğer kurumlara yasakladığını ilan etti ve Newroz’un kutlandığı mekanlara silahlı PKK’lilerce saldırı düzenlendi. Duran Kalkan, Ali Haydar Kaytan gibi PKK’nin ileri gelen isimleri Dusseldorf davasında cezalar aldı.
Dünya karşısında ve kendi içimizde önceki ve şimdiki PKK’yi savunmamız ve desteklememiz, PKK’ye sessiz kalmamız nasıl beklenebilir?
Türkiye yasaları da PKK’ye terörist diyor. Ortadoğu, Avrupa ve kuzey Avrupa’da yani her nerede gerekirse uluslararası hukuku kanıt göstererek PKK yüzünden açıklama ve girişimlerde bulunuyor. Türkiye’ye haksızsın diyebilen bir ülke oldu mu?
Kuzey ve kuzey toplumunun derdindeki kuzeylilerin bu meseleye yaklaşımı nedir? PKK bizler için mi çaba gösteriyor? Kuzeyliler PKK’yi savunmalı mı, savunabilir mi? PKK, Kuzeylilere ve kuzey coğrafyasına zarar vermedi mi? Almanya’da, Avrupa’da yaptıklarından fazlasını Kuzeyde yapmadı mı? Avrupa’da yasalara uymak esastır. Almanya ve diğer ülkeler yasalarını ayaklar altına alan, topluma karşı ve toplum önünde ağır suçlar işleyen PKK’ye geçit vermezken, bunun benzerini I/İ/T/S-PDK, Goran, ENKS, YNK, HAK-PAR, PAK, PSK vs sergiledi mi, sergiliyor mu?
Apocular Türkiye demokrasi güçleri ile birlikteliğini sürdürüyor. Kendi ifadeleriyle: bu birliktelik Türkiye’yi demokratik dönüşüme zorlamak içindir. Bunu sağlamak için de illegalite, şiddet ve parlamenter mücadeleleri devam ediyor. PKK’nin zayıf Türk demokrasi güçleriyle hiç kopmayan bir ilişkiyi sürdürmesi kompleksinden değil özünde aynı kökten gelmelerinden, aynı davanın bileşenleri ve amacın ortakları olmalarından kaynaklanıyor (MDD, Mihri Belli, Mahir Çayan).
PKK her söylemi ve eyleminde buna uygun, dürüst davranıyor. Türk solunda “PKK’nin yöntemleri sola zarar veriyor, Şam’ın, İran’ın fedaileri olmuşlar, Rusya’ya açık destek veriliyor. Bölgede hezimete uğradı, hendeklerin ardından açıklama ve özeleştiri yapılmadı, ne işi var Suriye’de, ne işi var Irak’ta, devrimci bir örgüt bunları yapar mı, Rojava’yı tehlikeye atmamalı, tüm gücü ile Ankara’ya odaklanmalıdır. PKK ya bundan vazgeçmelidir ya da biz PKK’den vazgeçeriz.” denildiği duyulmamıştır. Neden?
PKK’nin birincil amacı Türk soluna has söz ve tutumla Ankara’yı etkilemektir. Kuzeyli kimi birey ve yapı da PKK’yi etkilediğini, dönüştürebileceğini sanmaktadır. Mehmet Şener, Selim Çürükkaya, Nizametin Taş, Süleyman Çürükkaya ve diğerlerinin içeriden başaramadığını dışarıdan başarmayı deniyorlar. PKK’nin temel derdi, sahiplendiğine kendini kanıtlaması ve sahiplendiğini etkilemeye çalışmasıdır ve bu anlaşılabilirken, bir Kürdün hem PKK’ye kendini kanıtlamaya çalışması, hem koruyup kollaması hem de onu etkilemeye çalışması kompleksle, acizlikle açıklanabilir. Üstelik, PKK’nin Kürdler arasındaki eşitliğine vurgu yaparak onu baş köşemizdeymiş gibi gösteriyorlar.
Tarihsel (önce İstanbul, ardından Ankara eksenli) ilişkilerin, süreçlerin karakteri şekillendirdiği bir yaşam şekline giriş yapıyoruz: Kuzeyli kimi Kürdler kendi gücünü oluşturmak yerine, bir güce angaje olur. Kendi toplumu yerine toplumuna hükmedeni, etkiyeni iyileştirmeye, güçlendirmeye, dönüştürmeye çalışır. Kendi toplumunun geri bırakılmışlığını ve sorunlarını görmeyip öncelemeyip umursamayıp, hükmeden toplumu demokratikleştirmeye kendini adar. Kendine paye verilmesinin ve konfor sağlanmasının kendine hükmedenin güçlenmesiyle mümkün olacağını düşünür. Toplumunun gördüğü zararın büyüklüğünü önemsemez, ‘düşman’ bildiğine verdirilen zarardan keyif alır; iktidarın karşısında muhalefetin emrindedir. Bu angaje o denli güçlüdür ki, hata yapıp yapmadığını asla sorgulamayan bir koşullanmışlık söz konusudur. Bu bağlamda, illegal ve legal Apoculuğa dahil olmuş kimi Kürdler de kendileri yerine, kendileri için statüko ile ilişkiler kuruyor diye destek veriyor olabilir. Statükoya etkiyenin hangi güç olduğu bu nedenle fark etmiyor: Ha A partisi üzerinden, ha B partisi üzerinden.
İlker Başbuğ’un 2010 yılında, ‘PKK’yi beş kez bitirdik’ ifadesi en az 30 bin Kürdün çatışmalarda öldürüldüğü anlamına geliyordu. PKK’nin kadro sayısı 5, 6 bine ulaştığında hızla bitiriliyor sonra yine beş bine ulaşınca yeniden bitiriliyor olabilirdi. Eğer öyleyse, günümüzde altıncı kez bitirilişini izliyoruz. Bu bitirilmeler yaşanırken yani Kürd gençleri öldürülürken PKK dışı gibi görünen kimi Kürd birey ve siyasi yapılar ne yapıyordu? O gün ne yapıyorlarsa, bugün de aynısını yapmaya devam ediyorlardı: PKK sayesinde Kürdlerin her parçada sürekli alt üst edildiğini, müdahaleye açık hale getirildiğini, yıkım gördüğünü, Kürdlerin zarar gördüğünü ve bu nedenle de PKK’ye karşı net bir pozisyon almak ve geçit vermemek gerektiğini ifade etmek bir yana halen PKK’ye en fazla sitem etmeye devam ediyorlar.
Günümüzde hala PKK’yi Kürd gücü olarak gören ve gösterenler var. Güney’deki PKK varlığının nedenini ve orada da nelere mal olduğunu işgalci barbarlığı ve ihtirası örtüsü altına almak ya da buna neden olmak doğru değildir. PKK böyle devam ettikçe bu döngü de devam edecek. PKK’yi Kürd gücü olarak göstermeler devam ettikçe döngü devam edecek. Bu döngüde pay, katkı sahibi olmamak gerekiyor.
Kuzeyliler PKK yüzünden mahvolmuşken, milyonlarcası kuzeyi temelli terk etmişken, kuzeyli kişi ve partiler PKK’ye karşı sesini ve duvarını yükseltmiyorken Güneylilerden ne bekleniyor? Güney, PKK’ye karşı Kuzeylilerin tepkisizliğini gördüğünde, hatta bırakın tepkiyi, ‘siz kardeşsiniz, düşmanları sevindirmeyelim’ dendiğinde ne olur? Arkasına İran’ı alarak sırf bağımsızlıkçı olduğu için KBY’yi tehdit eden bir yapıya karşı, üstelik Hewler’i yönetmeyi de istediğini söyleyen bir yapıya ne denebilir!
PKK’nin Türk sol seviciliği ile PKK dışı Kuzeyli kimi kişi ve yapıların PKK seviciliği birbirinden farklıdır. Kimi Kürdün PKK hassasiyetinin nedeni güç karşısındaki yaranmacılığıdır, kompleksidir, çıkarcılığıdır. ‘Operasyon düzenleyen ile PKK arasında tercih yapın’ mı deniliyor ki, onlar tutup PKK’yi tercih ediyor! Halbuki, odağa alınması gereken yer Diyarbakır’dır, kuzeydir çünkü büyük sorunlar yaşamaya, kaybetmeye devam ediyor. Hewler’de ne olduğu bizi ilgilendirmez. Hewler kaynaklı bir yanlış varsa, dikkatlerinin çekilmesi gereken bir mesele olursa dile getiririz ancak biz KBY’nin iç işlerine karışamayız. Hewler’in PKK ya da bir başka politikası Diyarbakır’ı etkiliyorsa o zaman itiraz ederiz. Kuzeyin PKK ya da bir başka politikası ya da politikasızlığı Hewler’e zarar veriyorsa o durumda Hewler de buna karşı sesini yükseltmelidir. Ancak bu yapılmadığı için PKK’nin her sıkıştığında ya da her istediğinde ‘Kürd makyajını’ tazelemesine yardımcı olunuyor.
(Terör tanımlamasına giren) Şiddete karşı çıktığını iddia ederken şiddeti açıktan ya da gizli savunanlara destek veren, sessiz kalan da şiddetin sürmesini sağlıyor.
Suça suç, suçluya suçlu dememek, suç ile suçluyu eşleştirmemek, suçlayanın kim olduğuna bakarak suçluyu kayırmak bizi toplum olarak geriliğe, ciddiye alınmamaya, çarpıklığa, acizliğe ve güvensizliğe hapseder.
Statükonun dili ve PKK’nin dili ile ‘Kuzeyin dili’ ayrışmak zorundadır; kiminkiyle çakıştığı, çeliştiği, zıtlaştığı, örtüştüğü önemli olmamalıdır.
Legal ve illegal Apoculuğun, PKK’ciliğin esasları oldukça net, cesur, güçlü ve zengin ancak biz hala ‘Kuzeyliliğin esasları’nı konuşma aşamasına gelebilmiş değiliz.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.