Birinin mesleğinden men edilmesini ve ömür boyu sürecek problemlere maruz bırakılmasını 2006 yılında AİHM, “medeni ölüm” olarak adlandırdı.
29 Aralık 2015’te bir kısım öğretmen şehirlerde süren çatışmaların sona erdirilmesi amacıyla bir günlük iş bıraktı. Boykota katılanların tümünün savunması mayıs ayına dek alınmış. Aslında kapsamlı ve yıllarca geriye dönük bir inceleme yapılmış.
Sonuçta, 11.250 öğretmen şimdilik açığa alındı. Soruşturma tamamlanıncaya dek, bu öğretmenler işe gidemiyor, maaşlarınınsa üçte ikisi veriliyor. Yakında, ‘eğitim, sağlık ve belediyede’ çalışan 40 bin kişinin açığa alınmaksızın kamudan doğrudan “ihraç” edileceği belirtiliyor. Medeni ölüm’e terk edileceklere ilave 40 bin kişi ve ailesi! O da şimdilik!
Öğretmenler OHAL ve KHK ile değil, Milli Eğitim Bakanlığı’nın talimatı ile işten uzaklaştırıldı. Yani darbe girişimi olmasaydı da işten uzaklaştırmalar yaşanacakmış. Muhtemeldir ki, darbe girişimi işten uzaklaştırma tarihinin ertelenmesine yol açmış.
Açığa alınan öğretmenler arasında sendika üyesi olmayanlar da var. Bu nedenle, açığa alınanların belirli bir sendika üyesi olduğunun propagandası doğru değil. Boykota katılan herkes açığa alınmış.
Fahriye Adsay da Diyarbakır’da İngilizce öğretmenliği yaparken ilkin açığa, ardından da dün sabah evinden gözaltına alındı. Fahriye Adsay bir sendikaya üye değildir, ideolojik, kalıpsal bir bakışı yoktur, şiddet uygulayanlara açıktan karşıdır. Adsay, ODTÜ Tarih bölümünden mezundur ve iki kez yüksek lisans yapmıştır. “Yezidi Kadınlar: Kültürel Sınırların Edilgen Taşıyıcılar” ismiyle 2014 yılında araştırmasını kitaplaştırmıştır. Türkçe ve İngilizceden 11 kitabı tek başına çevirirken, 4 kitabın çeviri ekibinde yer almıştır. Adsay, Zarema adlı derginin sahibi ve editörüdür; dilimiz ve dilimize tercüme üzerine yoğun çalışmalar yapan, toplumumuz ve sorunları üzerine kafa yoran bir yazardır.
Son mağduriyetin nedeni: Hendekler!
Sokaklara hendek kazmak suçtu. Ekonomimizi, konutlarımızı, tarihi eserlerimizi, eğitim sürecimizi, sosyal dokumuzu, psikolojimizi çökertti. Yürüyüşlere ve basın açıklamalarına sürekli çağırılmasına rağmen, insanlarımız hendekler yoluyla başlatılan sürece destek vermedi, kararlı bir duruş sergiledi.
Gece ve gündüz kesilmeyen silah ve bombalama sesleri aylarca sürdü, herkesi etkiledi. Hendeklerin yol açtığı çatışma sesleri öğrenci, öğretmen ve geri kalan herkesin motivasyonunu bozdu, psikolojiyi alt üst etti. O hendeklerde binlerce insanımız birkaç ay içinde yok oldu.
Açığa alınan öğretmenler de o dönem aynı duruşu sergiledi ve destek çağrılarına kayıtsız kaldı. Yanlış olduğu en başından beri ifade edilen hendeklerin yol açtığı yıkımı bir şekilde durdurmak isteyen iyi niyetli ve samimi insanlarımız bu boykota katıldı. Devlet ise, bu boykotu ve boykota katılımı “çatışmaların durdurulması amaçlı samimi, tarafsız bir talep” değil, “hendek kazanlara destek” olarak algıladı ve buna uygun davranıyor. Halbuki, mesele bu kadar net, bu kadar keskin değildir.
Hendeklerse insanlarımızı her açıdan mağdur etti. Bu mağduriyetin büyüklüğü ve korkunçluğu kamu çalışanlarını harekete geçirdi ve bu yanlış harekete geçiş de nihayetinde, kamu çalışanlarımızı mağdur etti.
Eğer işten uzaklaştırma süreci, işten çıkarma ile sonuçlanırsa ve ihraç sayısı artarsa, ciddi bir toplumsal hasar daha almış olacağız. FETÖ üyesi Kürdler de işten atılmaya devam ediyor. Bu tür süreçlerin, bu süreçlere katılışların, sessiz kalışların toplumumuza maliyeti çok ağır oldu ve olmaya devam edecek. Kimi insanlarımız diğer ülkelere gitmenin yolunu arayacak, kimi buralarda kalmaya çalışacak. Kamu ya da özel kurumlarda bile olsa kendi mesleğinize devam edemeyecekseniz, size hangi işler kalır ki?
Bazı ilginç alternatif iş önerileri olmadı değil. Öğretmenlere “Göreve hiç dönmesinler!”, velilere de “Çocuklarını okula hiç göndermesinler!” diyen de oldu, bir öncekine benzer şekilde şu cümlelerle tavsiye veren (1) de: “Alternatif eğitim kurumları oluşturun! Bunu alternatif model bir fonla yapın! Çocuklarını okula göndermek zorunda hissetmeyen aileler de çocuklarını bu kurumlara gönderebilirler!” Ancak, evlerinde açığa alınan olmayanların (2) bu tür tavsiyeleri vermesi kolaydır.
Toplumumuz bu tavsiyeleri ciddiye alıp, hayatın ve çağın gerçeklerine sırtını dönseydi; etüt merkezleri, özel okullar, devlet okulları, açık öğretim bölümleri terk edilirdi, etüt merkezleri ve özel okulların sayısı ve niteliği sürekli artmazdı, sınav birincileri bizden de çıkmazdı, Fahriye Adsay’larımız yetişmezdi. ‘Çocuklarınızı okula göndermeyin’ tavsiyesini doğru bulanlar, kendi çocuklarını okuldan tamamen almışlar mıdır? Bu tavsiyeyi doğru bulanlar; açığa alınmış, alınmamış bile olsalar, istifa edip ‘halkın evlerini’ okula dönüştürmekle mi meşguldürler? Ne kimse çocuklarını okuldan alsın, ne de işinden istifa etsin! Geleceğimizin parlaklığını eğitime olan ciddiyetimiz belirler.
Süreç, tüm mağduriyetlerin sebebi oldukları halde, hala ve hala mağduriyetleri kendi hanesine ‘kazanım’ olarak yazanların sürecidir. Sur’u şimdiki trajik haline getirtenler ve getirilirken destek verenler, sesini çıkarmayanlar; Sur’a giriş tekrar başlayınca Sur esnafından alış veriş yapılması için çağrıda bulunuyordu. İşte, ‘mağdur ettiğinizin, ettirdiğinizin mağduriyetinden de faydalanmak’ tam da budur. O günlerde hendekler Sur esnafını etkiliyordu. Şimdiden sonra ise; kamu personelinin yaşadığı, yaşayacağı mağduriyetin etkisini, belki de daha ağırını tüm Diyarbakır ve bölge esnafı, dolayısıyla herkes yaşayacaktır.
Toplumunu, bireyini düşünen hangi sorumluluk sahibi kişi, sendika, siyasi yapılar böyle zararlara, felaketlere yol açacak çabalara girebilir ki? Verdiği zararların sorumluluğunu kabullenip geri çekilmez ki?
Bizler, artık ‘doğruya doğru, yanlışa yanlış’ deyip o yanlıştan uzak durma, yanlışı kendinden uzak tutma iradesini ve kararlılığını sergileyebilmeliyiz. Bunu yapmadıkça; yanlış olduğu baştan belli adımlarla yaratılan her felaket ve mağduriyet bir diğerini tetikleyecek ve bizler, mağduriyeti yaşamaya devam ederken, mağduriyetten beslenenler güçlenmeye devam edecektir. Mağduriyetlerin sahiplerini ve sebeplerini belirleyemediğimiz sürece, yeni ve daha şiddetli mağduriyetlere maruz kalacağız.
Toplumumuzun ve yaşam alanlarımızın çıkarlarına aykırı olan, bizi yerimizden eden, bizi hedef haline getiren, işimizden eden, derdi bizim kişisel ya da toplumsal sorunlarımızı çözme amaçlı olmayan, aksine bizi sürekli ağır ve içinden çıkılmaz sorunların içine yuvarlayan, şiddetten uzak durmayan her yaklaşımı reddetmeliyiz. “Yıkımlarla devam edelim” diyebilenlerin sayısı hızla azalırken, “Yıkımları devam ettirmeyiz” diyebilenlerin sayısı daha da hızlı artmalıdır.
‘Yanlış, suç, yıkıcı, savurucu, yok edici olan ve bunlara yol açacak her şeyden uzak durma, uzağında tutma becerisi’ bilgi, öngörü ve tartışma yoluyla değil de, bu coğrafyada illa ‘tecrübe yoluyla’ sağlanabiliyorsa, yaşananlar iyi bir ders niteliğindedir.
Acımasızca ve yoğunca tartışmamız gereken asıl soru: “Silahlı ve silahsız şiddet bizi koruyor mu yoksa, mahvedip param parça mı ediyor?”
(1)http://ozgurlukcudemokrasi.com/2016/09/22/demirtastan-aciga-alinan-egitimcilere-alternatif-model-yaratin/
(2)http://www.memurpostasi.com/A%C3%A7%C4%B1%C4%9Fa-Al%C4%B1nan-%C3%96%C4%9Fretmenler-haberleri.htm
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.