19 Mayıs 2019 günü Cumhuriyet Gazetesi yüz sahife olarak yayımlandı. Profesörler, basın mensupları, emekli askerler, sivil toplum kurumlarının temsilcileri, sendikalar, bazı siyasal partilerin yöneticileri, sporcular, spor yönetimi temsilcileri vs. yazılarıyla , demeçleriyle… 19 Mayıs’ın yüzüncü yılını kutladılar.
2015 Nobel Kimya Ödülü sahibi, Prof. Dr. Aziz Sancar, bu konuda şunları söylüyor: “Türkiye’nin attığı ilk adım ve nihai zafer, tüm tutsak ve sömürülmüş milletlere cesaret ve ilham kaynağı oldu. Bu nedenle 19 Mayıs 1919 sadece Türkiye’nin değil, bütün, Asya, Afrika ve Güney Amerika’daki esir ve sömürülmüş halkların bağımsızlığına atılan ilk adımdır.” (Cumhuriyet, 19 Mayıs Özel eki 3 s. 11)
Gazetede, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da benzer bir yazısı var.
Prof. Aziz Sancar’ın, dile getirdiği bu söz, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1933’de ifade ettiği bir düşüncedir. Bu düşünce 1954 yılında, Dünya Gazetesi’nde yer almıştır. (Dünya, 20 Aralık 1954)
Mustafa Kemal Atatürk aynen şöyle söylemektedir. Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan, bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları, şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelmiş olarak gerçekleşecektir. Bu milletler, bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen, bunları yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerini, milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı alacaktır. 1933 (Dünya gazetesi, 20. 12. 1954)
Bu düşünceler karşısında, Kürdlerin durumunu irdelemek önemlidir. Yüz yılı aşkın bir zamandır, Kürdlerin yürüttüğü özgürlük mücadelesinin ödenen bunca ağır bedellere rağmen neden başarıya ulaşamadığı, Kürdlerin, Kürdçe’nin neden inkar edildiği, düşün yasaklarının, asimilasyonun neden en önemli devlet politikası olduğu elbette çok önemli bir sorudur. Asya ve Afrika haklarının uyanışından söz edilirken, Kürdlerin de uyanabileceği, haklarının ve özgürlüklerinin peşine düşebileceği neden düşünülemiyor? ‘Bağımsızlık özgürlüğüne kavuşacak daha çok kardeş millet vardır…’ derken, Kürdler nasıl algılanıyor? Bu mücadelenin başarıya ulaşamamasının esas nedenlerinden birisinin Mustafa Kemal’in Türkiye’si olduğu, bizzat Mustafa Kemal’in eylemleri olduğu açıktır.
19 Mayıs 1919’ la ilgili başka sorular da vardır. 19 Mayıs 1919’dan sonra, ne gibi süreçlerin yaşandığı, Rumların, Pontusların, Ermenilerin, Süryanilerin vs. başına ne iş geldiği, Kürdlerin başına ne iş geldiği elbette incelenmesi gereken toplumsal ve siyasal süreçlerdir.
1970’lerde, 1980’lerde, Mustafa Kemal Atatürk’ün bu düşüncesinin eleştirilmesi çok ağır idari ve cezai yaptırımlar getirirdi. 1990’larda, bu düşünce, Kürdler, Rumlar-Pontuslar, Ermeniler açısından irdelendiği zaman, Devlet Güvenlik Mahkemelerinde, 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası’nın 7. maddesine göre dava açılırdı. Terör propagandası yapmak, teröre yardım-yataklık etmek vs.
Aynı eleştiriden dolayı, eski Türk Ceza Yasası’nın 159. maddesi gereğince de, Ağır Ceza Mahkemelerinde dava açılırdı. Devleti milleti, parlamentoyu, devlet yöneticilerini, Cumhurbaşkanını, … küçük düşürmek vs.
Aynı eleştiri için üçüncü olarak, 5816 sayılı ve 1951 tarihli, Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun gereğince de dava açılırdı. Bu dava Asliye Ceza Mahkemelerinde görülürdü.
Bir yazıdan, kitaptan dolayı üç mahkemede birden dava açmak, kanımca, şu olmazsa bu, şurada gözden kaçarsa burada mahkumiyet olabilir, anlayışıyla ilgili değildir, düşünce üzerinde ağır, kapsamlı bir baskı oluşturmak anlayışı ile ilgilidir. Bu tür ceza davalarının, genel olarak, mahkumiyetle sonuçlandığı da bilinmektedir.
Mustafa Kemal, Türk Milli Mücadelesi konusunda, Cumhuriyet, Tek Parti Yönetimi konularında, Yeni Türkiye konusunda otorite kabul edilmektedir. Halbuki bilim yönteminin çok önemli bir kuralı vardır. Kaynağını otoriterlerden alan bazı düşünce ve inançların yanlış olabileceğini görmek, bunları ortaya koyabilecek kadar dürüst ve cesur olmak…
Bu, Johann Kepler’den beri, (1571-1630) bilim yönteminin çok önemli bir ilkesidir. ‘Dürüst olmak’, ‘cesur olmak’ bilimin kavramları değildir. Daha çok ahlakın kavramlarıdır. Bu ilkelerin, bilimsel çalışmayı yürüten kişinin nitelikleri olduğu açıktır. Tabu sayılan bazı düşüncelerin eleştirisi konusunda ısrar, bu tür niteliklere sahip olmayı da gündeme getirmektedir.
Bilim yönteminin önemli bir ilkesi de şudur: Bilimsel çalışmayı yürütürken, eğilimlerimize, tercihlerimize, beğenilerimize uygun düşüncelere, teorilere değil, olgusal ve nesnel verilere bağlı kalmak… Varsayımlarımızı, düşüncelerimizi, teorilerimizi, olgusal ve nesnel verilere uyacak şekilde değiştirmekten kaçınmamak… (bk. Cemal Yıldırım, Bilim Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul 1983, s. 102)
19 Mayıs 2019 tarihli Cumhuriyet’de, onlarca profesörün, 19 Mayısla, Mustafa Kemal Atatürkle ilgili övücü değerlendirmeleri vardı. Bu profesörler arasında, Tarih, Sosyoloji, Siyaset Bilimi, Antropoloji, Ekonomi, Hukuk, Felsefe vs. profesörleri de vardır.
Bu profesörlerden bazılarıyla, bugünkü ortamda (Mayıs-Haziran 2019) yüzyüze teker teker görüşme yapsak, Kürdlerin, haklarını ve özgürlüklerini kabul edenler, bu hakları, özgürlükleri ifade edenler olabilir. Ama 19 Mayıs 2019’ Cumhuriyet Gazetesi’nde bir araya gelmeleri, çok farklı bir sonuç doğuruyor. 19 Mayıs 2019 Cumhuriyet Gazetesi, Kürdleri, Kürdçe’yi tamamen inkar eden bir anlayışa, yapıya sahip,19 Mayıs 2019 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, kurumsal olarak, yüz sayfasında da Kürdleri inkar eden bir tutuma sahip.
Dikkat edelim, bu inkar ne zaman yapılıyor? 31 Mart 2019 Yerel Yönetim Seçimleri’nde, İstanbul’da, Ekrem İmamoğlu’nun, Kürdlerin oylarıyla, seçimi kazandığı bir dönemde yapılıyor. 23 Haziran’da yenilenecek seçimde, yine, Kürdlerin oylarının çok belirleyici olacağının vurgulandığı bir dönemde yapılıyor. Yani, inkar, bu ret, Kürdlerin bu kadar görünür ve belirleyici olduğu bir dönemde yapılıyor.
Görüldüğü gibi, bu inkar, Kürdlerin, Kürdçe’nin, Tek Parti döneminde, 1950’lerde, 1960’larda, 1970’lerde, 80’lerde, 90’larda, olduğu gibi artık inkar edilemediği, Kürdlerin, Kürdçe’nin kabul edildiği bir dönemde yapılıyor. Resmi ideoloji böyle bir kurum… Resmi ideoloji Türk siyasal hayatının en önemli kurumu. Sadece siyasal hayatı, kamu yönetimini değil, düşün hayatını, bilimi, üniversiteyi basını, sanatı… belirleyen temel bir kurum. Ama, Türkiye’de Sosyal Bilimler, Üniversite, resmi ideolojiyi gerektiği gibi incelememiştir. Resmi ideoloji herhangi bir ideoloji değildir, devletin idari ve cezai yaptırımlarıyla korunun ve kollanan bir ideolojidir. Resmi ideolojiyi benimsemediğiniz, ona uygun tavır ve davranışlarda bulunmadığınız zaman, resmi ideolojiyi bilimin kavramlarıyla eleştirdiğiniz zaman, devletin, idari ve cezai yaptırımlarıyla karşılaşabilirsiniz…
Üniversitede, bilim yönteminin ilkelerine göre düşünen, çalışan hocalar, profesörler, şüphesiz vardır. Ama bunlar, sanılanın aksine çok az sayıdadır.
Resmi ideoloji, düşün yasaklarını sistematik hale getiren bir kurumdur. Hangi düşüncelerin ifade edilmesi yasaklanmıştır? Bu yasakların işlevi nedir? Bu yasaklar nasıl uygulanmaktadır? Barış Ünlü’nün Türklük Sözleşmesi kavramıyla, Resmi ideoloji kavramanın birlikte değerlendirilmesi, birçok konuyu, açıklığa kavuşturacaktır. (Barış Ünlü, Türklük Sözleşmesi, Dipnot Yayınları, Ankara, 2018)
Nelson Mandela, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü
Profesör Aziz Sancar’a ve 19 Mayıs 2019 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan onlarca profesöre şu hatırlatmayı yapmak gerekir. 12 Mayıs 1992… Afrika Ulusal Kongresi Lideri Nelson Mandela, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü reddetti. O günleri hatırlayalım, Kürdler hala inkar edildikleri için, basın, bu reddin gerekçesini bile yazamadı… Halbuki Nelson Mandela (1918-2013) aynen şöyle söylüyordu. “Afrika’da milyonlarca kişi, sadece derilerinin farklı renginden dolayı köle muamelesi görüyor. Bu nedenle Kürdlerin çektikleri eziyeti görmezden gelmemiz mümkün değildir.”
Lenin Barış Ödülü, Simon Bolivar Ödülü gibi birçok ödülün sahibi olan Nelson Mandela, Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü neden reddetti? Şunu da hatırlatalım. 1993 Nobel Barış Ödülü de Nelson Mandela’ya verildi.
Burada temel sorulardan biri de şu olmalı… Kürdlerin çektiği eziyeti, çileleri binlerce kilometre öteden Nelson Mandela farkettiği halde, Savur gibi bir çoğrafyada, Kürdlerle birlikte büyüyen, Kürdlerle birlikte yaşayan Aziz Sancar bu baskıyı, zulmü, neden görmezden geliyor, dillendiremiyor, neden farketmiyor? Aziz Sancar’ın, öbür profesörlerin, yazarların vs. değerlendirmeleriyle, Nelson Mandela’nın değerlendirmesi arasında çok büyük, dağlar kadar büyük farklar yok mu? 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim gibi tarihlerin, Türkler için ve Rumlar, Pontuslar, Kürdler, Ermeniler, Süryaniler vs. için çok farklı anlamlar içerdiği açıktır.
Bu arada, Sosyal Bilimlere, Beşeri Bilimlere, Hukuk gibi Normatif Bilimlere söylenecek bir söz de vardır. Yirminci Yüzyılın ilk çeyreği… Rumların Pontusların, Ermenilerin başına ne iş geldi? Daha sonra Kürdlerin, Rêya Heqîyê (Alevilik) inançlıların başına ne iş geldi, gibi konularda hala inkarcı, görmezden gelici, yok sayıcı bir anlayış ne kadar bilimdir? Nesnel gerçeklere, olgusal verilere göre değil, resmi ideolojinin direktiflerine göre çalışan bir anlayış ne kadar bilimdir? ’Bilim olgusaldır’ önermesi, bilimin önemli bir niteliğini ortaya koymaktadır. Bu temel önerme karşısında, olguların inkarını reddini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.