Türkiye’nin Başbakan’ı Mardin’e geliyor. O’nun gelmesinin nedeni turistik bir ziyaret ya da tatil yapmak değildir. Gelişinin esas nedeni, yaptıkları ve yapacakları ile ilgili elinin uzandığı yerlere kendini kendince Kürtlere anlatmaya geliyor.
Peki, Kürtlerin siyasal arenasında, öncü rolüne bürünen Kürt siyasi ağabeylerimiz ne yapıyor acaba? Örneğin, hendek savaşıyla ortaya çıkan artı ya da eksilerin muhasebesini kendi halkıyla oturup konuşabiliyorlar mı?
Ya da kendi halkının ne düşündükleriyle hiç ilgileniyor mu?
Haydi diyelim ki, Kürt siyasi ağabeyler kendilerini kendi halkına anlatma ihtiyacı duymuyorlar; peki Kürt halkı kendi siyasi öncülerine halk olarak ne düşündüklerini anlatma ihtiyacı ne olacak?
Açık ve net söyleyelim ki, bir iki miting yapmak demek kendini kendi halkına anlatmak demek değildir! Örneğin, Sayın Selahattin Demirtaş Nusaybin’e mi geldi? Hoş geldi sefa getirdi.
Peki, şimdi diğer soruları da sıralayalım:
Şu Nusaybin denilen ilçenin esnafıyla görüştü mü?
Aydınlarıyla görüştü mü?
Öğretmenleriyle görüştü mü?
Avukatlarıyla görüştü mü?
Nusaybin’in halk dinamikleriyle görüştü mü?
Örenci kesimiyle görüştü mü?
Muhtarlarla görüştü mü?
Mahalleleri dolaşıp halkıyla bire bir sohbet etti mi?
Peki, bugünkü zor koşulların içinde kıvranıp duran kendi halkıyla bu düzeyde bir iletişimin içine şimdi girilmeyecek ise ne zaman girilecek?
Haydi, Sayın Selahattin Demirtaş’ın çok yoğun işleri var ve kendi halkıyla bu düzeyde bir iletişim içine girmeye zamanı yok saydık. Peki, bu Partinin bu kadar Parti meclisinin üyesi nerdeler, neden dervişlik edasıyla kendi halkı içine dalıp bu halkın ne düşündüğünü öğrenme gereğini duymuyorlar?
Ya da neden il ve ilçe başkanları günübirlik halk dinamikleriyle bire bir iletişim içine girmiyorlar? Gerçekten de TDK ve TDK’nin başında bulunan Sayın Hatip Dicle’yi ya da Selma Irmak’ı hiç merak etmiyor musunuz?
Ben kendi adıma merak ediyorum, çünkü hendek savaşını demokratik bir direniş diye selamlamışlardı.
Peki, Sayın Hatip Dicle ile Sayın Selma Irmak, savaşın yoğun yaşandığı yerleşim alanlara kaç sefer gidip ve gelmişler dersiniz?
Her gidiş ve gelişlerde hendeklerin demokratik bir direniş olduğunu demokratik bir edayla kaç tane paneli kendi halkı ile demokratikçe yaptılar dersiniz?
Unutmadan söyleyelim, bir de ikide bir halk iradesinden bahseden ama kendilerini medyatik görüntülerin şahanesine çivileyen şu belediye başkanları ne âlemde?
Halk savaşından bahsedenler ya da özyönetim ilanında bulunanlar ne yapmaya çalışıyorlar?
Kürt halkı, halk savaşına ikna edilmemişse, özyönetimin ne olduğunu ve ne olacağı hakkında dahi halk bilgilendirilmemiş ise, nasıl olacak peki?
Hiç kimse söylediklerimizi şuraya ya da buraya çekmesin! Oraya buraya çekilecek bir şey de söylemiyoruz. Her ne yazıyor ve söylüyorsak, yaşayan ve gören Nusaybinli bir Kürt olarak yazıyor ve söylüyoruz.
Peki, bu eleştirilerde bulunurken, yazıda bahsi geçen kişi ve kurumlara düşmanlık mı yapıyoruz? Asla.
İnanılsın ya da inanılmasın ama görünen odur ki, sıradan Kürt halkının düşünce dünyası karma karışıktır.
Örneğin daha bir kaç gün önce, HDP’nin MYK toplantısının öncesinde Sayın Demirtaş’ın gazetelere yaptığı konuşması var. Ne demişti Demirtaş?
Demirtaş “Yeni anayasa çalışmaları şeffaf olsun, bütün maddeler tartışmaya açık olmalı, demiş, ilk 4 madde tartışmaya açılsın” derken, biz “cumhuriyetin şekli değişsin, başkenti değişsin, dili değişsin” demiyoruz.
Peki Kürt halkının kafası nasıl karışmasın?
Kürdistan yerleşim alanları kan gölüne dönüşmenin nedeni nedir diye kafası karışmaz mı? Bizim de söylediğimiz de zaten budur.
Yani bu kafa karışıklığını ortadan kaldırılmalıdır. Onun için diyoruz ki, sayın siyasi ağabeylerimiz bir zahmet halkının arasına insinler. Ha biz zaten halkımızın arasındayız mı diyecekler? Yok, yok, siz boy pos göstermenin derdindesiniz! Gerçi biraz ağır olacak ama hak ve hukukuna sevdalı sevdalılarının sevdasından nemalanıyorsunuz, hepsi bu.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.