Olumlu ve olumsuzluklarıyla doludizgin bir seçim atmosferine doğru yuvarlanıp gidiyoruz. Seçimin ertesi günün getirisi ise, ne yazık ki, faili meçhul bir geleceğe koşar adımlarla yol aldığı birden çok gerekçeleri vardır. Zira MHP'ye sarılıp Kürtleri gözden çıkartan AKP, bir kaç solcunun hayal dünyasına dalıp muhafazakar Kürtleri tasfiye eden HDP'nin, gelecek yarını neyle ve nasıl dizayn edecekleri gerçekten de meçhul! Bir tek Bahçeli tüm Kürtlere bedeldir anlayışı, tek başına Barış Atay beş Kürt partisini katlar düşüncenin toplumların genel çıkarlarına tekabül eden çıkarları nasıl bir düşünceyle katkı sağlayacakları meçhul.
Meselenin esas özü, AKP'nin, ya da HDP'nin seçim odaklı tercihlerine karşı olduğumuzdan daha çok, toplumun topyekun çıkarlarına hizmet edebilen öngörülere sahip olmadıklarınadır. Kürt varlığına karşıtlığıyla MHP'yi, Kürt'ün alın teriyle yaşayan sol cenahı besleme faturası faili meçhul bir gidişata kurban edileceği kesin. Peki sadece AKP ile HDP'ni meçhule oynuyorlar, bin bir yeminle HDP'nin bir Kürt partisi olmadığına yemin billah eden diğer Kürt partilerin "HDP ile Kürt ittifakı" adı altındaki ısrarları tam anlamıyla faili meçhul değil mi? Velhasılıkelam faili meçhul politikalarla kahır küpüne dönüşen bu talihsiz coğrafyada, politikayı özgürce konuşmak bile başlı başına bir kahır deryasıdır!
En iyisi bire bir yaşanmış bir olayı anlatayım
Tarih 1974-İtalya'nın "kara başağı diye adlandırılan tohumluk buğdayın reklamı köyümüzü ve civar köyleri yakıp yıkıyordu '' çok verimli, bire şu kadar veriyor, insan boyu kadar boy atma" söylentisi eklenince herkes işini gücünü bıraktı tohumluk buğdayın temini için tohumluk satan tüccarların kapsında sıra tutmaya başlandı .
Köyümüzde İmamlık yapan Mele Süleyman ise ortaya çıkan bu durumdan memnun olmadığını iç homurtularıyla belli ettiriyordu . Rahmetli babam İmamın memnuniyetsizliğini fark etmiş, Mele Süleyman'a ''yahu hoca geçimin köyün kaldıracağı ürüne endekslidir, yani ne kadar ürün fazlaysa sana düşen payda o kadar çoğalır ama bakıyorum bu yeni çıkan tohumluk söylentilerine sevinmemiş gibisin, hayırdır seydayê mın? '' diye sormuştu.
Mele Süleyman başladı anlatmaya ''doğanın farklı bölgeleri farklı biçimlenip, farklı şekillendiğini, her bir bölgenin kendine has iklim şartları kendine özgü koşulları var'' şeklinde anlatmıştı. Her tohumun kendi yetiştiği iklimin içinde verimli olabileceğini anlatmak için bilimsel ne kadar bilgisi varsa sonuna kadar kullanarak bu tohumun bizim iklimde verimli olamayacağını büyük bir sabırla babama anlatmıştı. . .
Ne Babamın ne de diğer köylüler Mele Süleyman'ın sözlerini ciddiye alacak yada dinleyecek niyetleri pek yoktu ''İncil okuyor'' söylentisi Mele Süleyman'a karşı çevrede ön yargıların oluşmasına neden olmuştu bir kere! Bundan dolayı da söylediği her doğru sözün altında bir yanlışı aramak köylülerde alışkanlık haline dönüşmüştü. Gel zaman git zaman, köylüler tohumluklarını almış ekinliklerini ekmeye başlamışlardı bile. Mezopotamya iklimi, karabaşak denilen İtalyan etiketli buğday tohumluğu insan boyunu aşan bir boyla 'Mele Süleyman'la, Mezopotamya'nın güneş tanrısına inat edercesine bir görüntü vermeye başlamıştı.
Her köyde ki gibi bizim köyün camisinin gölgesi de bir konferans salonu gibiydi, farklı temalar ve konuların konuşulduğu bir mekandı . Bir süre sonra yine böylesi bir ortamda köylüler her zamanki gibi değişik konular hakkında bir birileriyle sohbet yarıştırıyorken, Hacı Musa elinde bir kaç buğday başağıyla heyecanlı ve kekemeli bir dille cemaatin içine dalmış '' Hele şu buğdayın başaklarına bakın'' diyerek elindeki başakları cemaatin ortasına fırlatmış. İtalya'nın karabaşak tohumu , Mezopotamya güneşiyle kalkıştığı dansta yenildiği bir kaç başağın ovalanmasıyla ortaya çıkmıştı . Buğday tanelerinin seyrekliği cefakar köylüleri hayal kırıklığına uğratmasına yetmişti.
Welhasılikelam, İtalya'nın ''karabaşak diye adlandırılan tohumunun bu topraklarda ürün vermediği gibi Şövenist iklimin mayasıyla mayalanmış Türk Sol cenahın düşünselik'lerinin de, genel kürtlerin yüreğinde ürüne dönüşme şansı olmaz
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.