Tunus, Mısır ve özelikle Suriye ile zirveleşen gelişmelerin bir çok bilinmezliklere gebe olduğunu daha ilk günlerde söylemiştik. Adı her ne kadar 'halkların baharı' diye lanse edilmişse de, özgürleşme ikliminden uzaktı. Uzaktı, çünkü halkların düşünsel varoluşu ne yazık ki özgürlükleri yeşertecek tohumdan yoksundu. Dolayısıyla, ortaya çıkan değişim rüzgarı, özgürlüklerin aksine, bir çok karanlık buhranlara yol açacak işaretini veriyordu.
Daha ilk günlerde neyin nasıl olduğunu yada neyin nasıl gelişeceğinin muhasebesi yapılmadan, bizim hayalperest romantik sol çevreler "yaşasın şuranın/oranın halk devrim mücadelesi" diye selamlamaya başlamışlardı bile. Ama ne yazık ki, kısa sürede sözü konusu değişim çok karanlık buhranların doğuş sancılarını çekmeye başladı. Dolayısıyla, asya ve Ortadoğu'da hayat bulan dikta rejimleri bin bir hesaplaşmalara çanak tutan bin bir çeteleşmelerin doğuşuna sahne oldu. Gelen gideni aratır hikayesi, yorgun duşmuş her iki coğrafyanın romanı bir daha yazılmış oldu.
Ortaya çıkan yeni denklemlere karşı konumlama arayışı ise, herkesim kendi çıkarına göre kendine uyarladı. Aşırı karanlıklarıyla ortaya çıkan (İslam söylemli) İŞİD buhranı üzerinden hareketle, güçler arası çıkarlarını savaşı da başlamış oldu. Aslına bakılırsa, amacım dikta rejimlerin yerine bir başka renkle ortaya çıkan yeni durumun analizini yapmak değil. Zira bu konuda çok daha brikim sahibi hocalarımıza haksızlık yapmak gibi bir niyetim yok.
Peki, uzun bir süreçle gelişen büyük değişimlere karşı Kürtler adına sahayı işgal eden Kürtler ne yaptı? Kürtlerin ne yapabildiğini gevelemeden söylersek, gelişen değişimlere karşı konumlamak yerine, bir Kürt'ün bir başka Kürt'ün sahadaki gelişmesine göre uyarlama yarışına girdiğini kim inkar edebilir ki? Ölçüsüyle, üslubuyla, Kürtler arası siyasi rekabetin demokratik siyasi normların ölçeğinde yapıldığını da kimse söyleyemez. Peki o zaman, şu bu düşman şöyle böyle zalimdir, öyle böyle barbardır edebiyat yapmanın yerine, biz şöyle böyle, öyle böyle yetmezliklerimizle "Kürt halkını kendi evrensel hakkaniyetiyle buluşturmayı beceremiyoruz" demeleri daha mertçe olmaz mı?
Kürdün ihanetiyle şekillenen Kerkük sendromu, Kürdün büyük yanlışıyla şekillenen hendek faciası, düşman diye tabir edilen düşmanın düşmanlık hanesine yazmakla bir şey elde edilmez. Zira Kerkük sendromun yazılımında şu yada bu Kürdün katkısı olmasaydı, hikayenin sonuç kısmı bu vahametle sonlanmazdı. Her ne kadar Kerkük'ün sendromunda Kürdün ihanetsel emeği varsa, bin bir amaçlara göz kırpan hendek sendromunda da Kürt siyasetin yanlışı vardır. Dolayısıyla, düşman diye denilen düşmanın hırt vırtlarına odaklanmak yerine, Kürtlerin zırt pırt yanlış ve ihanetlerine odaklanmak daha mantıklı gelmiyor mu sizce?
Kürt siyaset arenanın yetmezlikleriyle baş gösteren yanlışlıklar havalarda uçuşurken, düşman diye tabir edilen düşmanın düşmanlığıyla beslenme taktikleri doyurucu olmuyor. Olamıyor, zira Kürt siyaset arenası, düşman diye tabir edilen düşmanın düşmanlığını kendi yanlışına örtü olarak kullanılıyor. Peki bu kadar yaşanmışlıklardan sonra, Kürt siyaset arenası düşman diye tabir ettiği unsurla hesaplaştığı kadar kendi yetmezlikleriyle hesaplaşacak cesareti gösterirler mi? Göstermezler, zira on yılların aynı hikayesiyle kendi ömürlerini uzatmaya oynayacaklarıdır. Oyunun adı 'süreç çok hassastır' larla, zamanı değildir'lerle, yetmez ve yanlışlarını örtme oyunu oynamaya devam edeceklerdir!
Silahlı mücadele döneminin tüm olan bitenlerin tümü Abdullah Öcalan'ın demokratik siyaset öngörüsüyle örtüldü. Ne var ki, bu sefer Abdullah Öcalan'ın demokratik öngörüsü hendeklerin altına gömülerek örtüldü. Hendek faciasının gelir getirisinin muhasebesi yapılmadan Kerkük sendromu gösterime girdi. Kerkük sendromu tüm boyutlarıyla orta sahada göz göre göre ihanetin kapkara oyunun hesabı yapılmadan pat diye devreye Afrin sorunu doğdu.
Şimdi geriye dönüp baktığımızda yaşanan bütün yaşanmış yetmezliklerin mayasında ''düşman diye tabir edilen düşmanın mayası kadar, Kürt siyasetinin yanlışlarıyla mayalanan durumunu da görürsünüz. Belki de Kürtlerin en büyük yararına göz kırpan sadece silahlı mücadele sürecini demokratik siyasetle bertaraf etmeye çalışan Abdullah Öcalan'ın girişimiydi. Peki bu girişimi kim ve kimler bertaraf etti? Bertaraf etmenin birden çok yan etkileri her ne kadar varsa da, bertaraf edilmesinde etki sahibi olanlardan biride Kuzey Kürt siyasetin kendisidir!
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.