Körfez savaşıyla başlayan ve IŞİD denilen vahşetle devamı süren bir tarih yaşandı Ortadoğu coğrafyasında. Ve özelikle bahsi geçen coğrafyanın bel kemiğini teşkil eden Kürdistan’da… Bu tarihsel gidişatın seyir defterine bakıldığında, Kürt halkının ayakları önüne çok büyük fırsatlar serildiğini görülecektir. Dolayısıyla tarih hiçbir halka tanımadığı şans ve fırsatları Kürt halkına cömertçe tanıdığı halde, bu halkın arı ve namusu seks pazarlarında neden hâlâ pazarlandığını sorgulamak gerek! Zira uluslararası çıkarlarla şekillenen konjonktürel koşullar, sermayesel alışverişlerle ortaya çıkardığı reel ittifaklar hiç kuşku yok ki bahsi edilen şans ve fırsatların her birisinde Kürtlerin ulusal talepler açısından olumlu bir basınca neden olduğudur. Ama işin en acı tarafı Kürt halkının ulusal demokratik özlemlerin öncüsü olan önder ya da öncülerin, pratik zekâ ve diplomatik girişimleriyle bu şans ve fırsatları ne ölçüde kullanabildikleridir?
Ne yazıktır ki, her gün ve her zaman mazlumların çıkarlarına seslenen siyasal iklimler mazlumların penceresini tıklamıyor. Asırlarda bir tıkladığı zamansa tıklamanın çıkarsal ses armonisi Kürt önderlerin kulak kabarmasının şekli ve şemalı pek parlak olmamıştır. Dolayısıyla Güney Kürtlerin nispi girişimleri dışında bahsi edilecek şans ya da fırsatların kullanışlığından da pek bahsedilemez. Zira Küçük oynayıp büyük istemenin elde edilme oyun seansları global çıkarların iç içe geçtiği çağımız itibarıyla mümkün değildir. Yukarda da belirtiğim gibi, ulusal hakkaniyetlerin zerresine sahip olmayan Kürt halkı ve önderlerinin önüne çıkan fırsatlarla büyük oynanması için uygun koşullar vardı. Çünkü asırlardan beridir ilk sever uluslararası çıkarlarla Kürt halkının ulusal çıkarları buluşmuştu. Dolayısıyla Kürtlerin ulusal demokratik mücadelesine karşı uluslararası güçlerin desteği vardır ve yok demek mümkün değildir. Kürtlerin sorunu da tamda burada düğümleniyor, Keza mazlum bir halkın hakkaniyetin sözcüsü ve öncüsüyüm diyenlerin, kendi egolarına mı yoksa top yekûn bir halkın ulusal özlemlerine mi önderlik yapıp yapmama çelişkisi tam da anlaşılmış değildir. Kendi partisel çıkarları ya da ideolojik egolarına değil de, omuzlarına yükledikleri kutsal emanetin ağırlığı gereği ayağa kalktıklarında kazanmamaları için zerre kadar bir neden yok gibidir. Yeter ki kendilerini kendi ego ya da partisel çıkarlarla sınırlayıcı mantığın parametrelerden koruyabilsinler.
Kürdistan\'ın siyasal arenasının yakın tarihine bakıldığında, siyasi öncü ve Kürt önderlerinin ayaklarının önüne atılan fırsat ve şansları nasılda carcur edildiği görülecektir. İnsanın dili varmıyor ama burunlarının ucunu göremeyecek bir acizlikle kendince kendi sıraladığı gerçek ve gerekçelerine uyarlanan şart ve koşul seryallerı insanoğluna pes dedirtiyor doğrusu. Dolayısıyla şu ya da bu hareket değil, bir bütün olarak Kürt halkının siyasal öncülerinin hepsi gereken bir sorumluluğu ortaya koyamadılar. Hatırlar mısınız bilmiyorum, Sayın Mesud Barzani yurt dışına yaptığı bir gezide, gazeteci biri üstündeki Peşmerge kıyafetiyle ilgili bir soru sormuştu, cevabı Kerkük kurtulmadan üzerimdeki Peşmerge elbiselerimi çıkarmayacağım olmuştu. Yine hatırlar mısınız bilmiyorum, Sayın Öcalan birçok konuşmasında benim mantığımın kaynağında sadece Kürt halkını özgürleştirme akıntısı akmıyor dediğini. Kerkük’ü bu derecede savunmak, ya da değil sadece Kürtleri tüm Ortadoğu’yu özgürleştirme arzu ve özlemi elbette ki saygıyı hak ediyor ve etmelidir de. Ama Kürt halkının esas beklentisi şu ya da bu parçaya verilecek öncelik değil, şu ya da bu kıtanın kurtarılması da değil.
ABD ve sermaye güçleri, genelde tüm dünyada ve özeldeyse Ortadoğu’yu kendi çıkarları doğrultusunda dizayen edeceği on yıllar önce bağıra bağıra söylemediler mi? Peki böylesi bir dizayn girişime karşı ulusal kurtuluş mücadelesi verdiğini söyleyen Kürtler ne yaptı? Bir halkın ulusal özlem ve taleplerinden mi hareket edildi, yoksa sınıf ve katman ideoloji esas alınarak mı boy göstermeye mi yöneldi? Güney Kürtlerin kendilerini tesadüfen de olsa bir şekliyle bahsi gecen dizayn etme projesinin içinde bulmadılar mı? Peki buldular da neyi kaybettiler, kaybettikleri hiç olmadı tam aksine Kürtlerin elde ettikleri yüzde bilmem kaçta olsa doğru zamanlamayla doğru ittifaklar sonucu birçok şeyler elde ettiler. Peki o zaman Kuzey Kürdistan siyasal öncüleri neden doğru zamanda doğru ittifakları kovalamadı. Örneğin Salih Müslüm’ün Amerika’yı Kobani’deki IŞİD barbarlarına yağdırdığı bombalamasından dolayı teşekkür etiği gibi Kandil ya da Kürt önderi Öcalan yapamaz mıydi yapsa bunun karşılığı neden bir kıyamet sebebi gibi görülüyor ya da görülecek. Emperyal güçlerin çıkarlarıyla Kürt halkının ulusal çıkarların çakışma döneminin en verimli dönemini yaşadığını neden görülmüyor, yoksa emperyal güçlerin çıkarı olmasında benim ulusal çıkarlarımda güme gitsin gibi bir mantık üremesini hâlâ yaşıyoruz…
Kürtlere tarihin kendilerine sunduğu şansı ya da şansları hangi mantığın parametrelerine kurban ettikleri tartışmadıkça kapılarında eli boş dönecek daha çok şansların olacağından kimsenin kuşkusu olmasın. Dolayısıyla, Güneyin KDP’sı eğer hâlâ stratejik alt yapısında diğer büyük Kürdistan parçalarındaki gelişmeleri kendi parcasal çıkarlarına kurban etme eğilimde bir yol güzergâhında yol almaya devam diye biliyorsa ya da Kuzey Kürdistan’daki PKK Kürdistan’i mantığın parametresinde Kürt halkının ulusal taleplerinin daha ötesinde bölgesel bir değişim mantığını baz alabiliyorsa o zaman demek oluyor ki, Şengal ve Kobani semalarda yağan IŞİD vahşetine karşı dört parçada şahlanan ulusal bilincin nasılda geliştiğinden haberleri yoktur. Ya da başka bir değişle Kürt halkının ulusal kapısını çalan fırsatların ses armonisine kapalı kulak zarları vardır.
Velhasıl kelam uluslararası sermayesel denklem, Kürdistan halkının ulusal demokratik taleplerin dünyasına senle çıkarım çakışıyor sinyalleri ha bire yollanırken Kendi düşünsel dünyanın rüyasına dalıp uyanmamakta direnen siyasal öncü ve önderlerimizin varlığı devam ettikçe geçmiş ve gelecek hiçbir şans ya da fırsatların elli dolu Kürtlerin kapısından dönmeyecek ve dönme şansı da olmayacak...
HÜSEYİN AKINCİ. Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.